İslam doğruluk temeli üzerine kurulmuştur. İslam peygamberinin en temel vasfı da “doğru ve güvenilir” olmasıdır. Peygamberliğini Mekke halkına ilk kez açıkladığı Safa tepesinde, halkın kalbine yer etmiş olan emin ve doğruluk imajını referans göstererek halkı İslam’a çağırmıştı.
Yalancılık ancak küfrün temeli ve münafıkların ahlakıdır. Doğruluk aydınlık, yalancılık karanlıktır; ikisi aynı yerde aynı anda bulunmaz. Doğruluk fıtrîdir. İnsan doğuştan doğruluk üzeredir, yalanı sonradan öğrenir. “Çocuktan al haberi” sözü darbı mesel olmuştur. Çünkü çocuk henüz yalan bilmez, haberi doğru olarak verir. Yaratılmışlar içinde ilk yalancı, şeytandır; bu nedenle yalancıların önderi olmuştur.
Yalanın çeşitleri ve dereceleri vardır. En çirkin ve azılı olanı, Peygamber (ASV)’a isnad edilen yalanlardır. Yani Hadis’in ifadesiyle, “Resulullah'ın söylemediği bir şeyi ‘söyledi' denilmesi”dir. (Buhârî, Menâkıb, 5, Hadis no: 3509.)
Kalabalık bir ravi topluluğu tarafından, çeşitli kollardan ve hadisin en sahih derecesi olan tevatürle rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulullah (ASV) şöyle buyurmuştur: “Kim kasden üzerime yalan isnat ederse cehennemdeki yerine hazırlansın!” (Buhari, İlim, 38, Hadis no:110.)
Bu hadiste “cehennemdeki yerine hazırlansın!” tehdidine muhatap olanların öncelikli olarak, Resulullah (ASV)’ın söylemediği ya da yapmadığı bir şeyi söylemiş veya yapmış diye yalan olarak beyan edenler, yani hadis uyduranlar anlaşılmaktadır. Sahabeden sonraki dönemlerde çeşitli sebeplerle hadis uyduranların ortaya çıktığı bilinmektedir. İslam düşmanlığı, siyasi çekişmeler, ırkçılık, hükümdarlara yaranma arzusu, mezhep taassubu, rant kavgaları, ticarette haksız kazanç hırsı, tartışmalarda kendini haklı gösterme hevesi gibi bir çok neden hadis uydurmada etkili olmuştur. Ne yazık ki, bugün hiç hadis öğrenmemiş insanların bile duyunca hemen “bu yalandır, Resulullah’a iftiradır!” diyebileceği açıklıkta hadisler uydurulmuştur. Gerekçesi ne olursa olsun hadis uyduranlar bu nebevî tehdidin kapsamı altındadır.
Yalanlara ve uydurma hadislere karşı çok hassas olan başta Buhari olmak üzere hadis imamları, aklın alamayacağı ölçüde büyük ve titiz bir çalışma içine girerek, uydurmaları ayıklamışlar ve hadisleri kitap haline getirmişlerdir. Zaman oldu ki bir hadisin araştırılması için çok zor şartlar altında yüzlerce kilometrelik mesafelerde yolculuklar yapmışlardır. Böylece kıyamete kadar hadis uydurmanın önüne geçmişlerdir. Bu muhaddislerin bu titiz çalışması elbette Allah’ın sevkiyledir; peygamberini ve dinini yalancılardan korumaya yönelik Allah’ın bir ihsandır.
Günümüzde hadis uydurma imkânı yoktur ama sünneti yalanlarına alet edenler bulunmaktadır. “Yalandan kim ölmüş” felsefesinin yaygın olduğu günümüzde, sünnete uygunluk konusundaki yalancılık da doğal sayılmaktadır. Birçok kimse, başka amaçlarla ortaya koyduğu davranış ve işlemlerini, sünneti uygulamak amacıyla yaptığını söyleyerek sadece kendilerine zarar verecek olan bu tür yalancılık içine girmektedirler. Yalandan “sünneti icra ettiğini” söylemek, sünneti yalanlarına alet etmek de vahim bir yalancılıktır. Sünnete uygunluk niyetiyle yapanları tenzih ederiz.
Örneğin, sünnet niyeti dışında başka bir amaçla bıraktığı sakalı “sünneti uyguluyorum” diye gösteren; sünnet niyeti taşımadığı halde çok eşliliğini sünnet diye tanıtan; Resulullah’ın “az yemek” prensibine muhalefet ederek tıka basa yedikten sonra “sünnetleyelim” diyen; tamamen gösteriş ya da çıkar amaçlı çalışmalarını sünnet diye tanıtan; keyfi ve tamamen kişisel çıkarları amaçlı uygulamalarında sünnetin arkasına saklanan kimse, sünneti yalanlarına alet etmiş olur. Bilinmelidir ki bu tür yalancılar, “Kim kasden üzerime yalan isnat ederse cehennemdeki yerine hazırlansın!” hadisindeki nebevi tehdidi kendilerine de çekmiş olurlar.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum