Nâgehan ol şâra vardım, Ol şârı yapılır gördüm Ben dahi bile yapıldım Taş u toprak arasında”
Hacı Bayramı Veli
Şehir sizin için ne ifade ediyor, nedir şehir? İmkân mı imkânsızlık mı, olmak mı ölmek mi, zarafet mi kabalık mı, sükûnet mi gürültü mü, ahenk mi karışıklık mı? Soruları çoğaltabiliriz. Mekân insan için ya imkândır ya da imkânın tükendiği yerdir. İnsan mekânı kadardır, mekânın elverdiği kadardır. Evden sokağa, sokaktan mahalleye, mahalleden şehre mekânın tezahürü olan tüm bu unsurların insan üzerinde etkisi büyüktür. İnsan mekân ilişkisi birbirleri ile o kadar iç içedir ki; insan mekânı oluştururken bir yandan da, yaşamış olduğu mekân tarafından şekillenir. Mekân kelimesinin; “kün fe yekûn yani ol dedi, oluverdi” ifadesindeki kün ile yani “olmak” fiili ile bağlantısı da dikkate değer. Tam da bu noktada şunu ifade edersek abartmış mı oluruz acaba? Yaşadığımız mekânlar ya olduğumuz yerdir ya da öldüğümüz yer… Bize imkân sunmayan, bizi tüketen, bizi boğan, sıkan huzursuz eden, hâsılı bizi oldurmayan mekân öldürecektir.
Yazımıza girizgâh yaptığımız, Hacı Bayram’ın ifadeleri; şehirde taş ve toprak arasında yani mekânda imkân bulan, mekânla “ol”an, yaşadığı mekâna dönüşen insanı ifade eder. Taş, toprak esasen insanın şekillenmesinde yaşayan unsurlardır. Yazılarımızı takip edenler esasen şehir ve kent ayrımının yaptığımızı bilirler. Yazımızın başlığından hareketle şunu ifade edebiliriz: bir mekân tasavvuru olarak şehir yaşamayı mümkün kılan ve insana “olmak” imkânını sunarak, sakini olduğu şehirde, hayatı sükûnete içinde yaşama imkânına sahip olduğu yerdir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “şehir inşa eder, kent imha eder” sözü şehirle kent arasında ayrımı çok açık bir şekilde ortaya koyar. Şehir halim selimdir; o yüzden sakinleri vardır, kent hırçındır; türedileri, sonradan görenleri, hazda sınır tanımayanları vardır. Şehir insanın kendine kaçışıdır, kent kendinden kaçışı. Şehir olmaktır, kent ölmek, şehir özgürlüktür, kent tutsaklık, şehir imkândır kent imkânsızlık…
Evet, bugün bütün konforuna rağmen insan kendi eliyle oluşturduğu yeni mekânlarda huzur bulamıyorsa, yaşamış olduğumuz mekânlar imkân sunmuyorsa, bir mekân tasavvuru olarak idrakleri sorgulamak durumundayız. Zira nasıl idrak ediyorsak öyle inşa ediyoruz, nasıl tasavvur ediyorsak öyle tasarlıyoruz. İmkândır şehir; insana var oluş imkânı sunan mekândır. Şehirle olmak, şehirde ol/mak, şehrin ruhu ile olmaktır, kimliğini hissetmektir, kimliği olan şehirde kimliğinin farkında olmaktır. Ancak şehirde, şehri yaşayanlar, şehirle ve de şehirde ol/anlar için şehir “mümkün şehir” olacaktır.
Unutulmamalıdır ki; yürüyüşümüz; şehre doğru değilse, huzura, sükûna, meskene yani eve doğru değilse, şehirden uzak isek kente doğru olacaktır. Kentin; şehrin ruhundan ve kimliğinden uzak olan “kentsel dönüşüm”ü ile varacağımız yer, bizi başkalaştıracaktır, dönüştürecektir. Şehrin; halinin üstünde, kokusunun, renginin, tınısının üstünde, ruhunun, taşının, toprağının üstünde, zamanının, mekânının üstünde işte ben buyum diyen bir kimliği vardır, ruhu vardır. Mekânda imkâna dönüşen şehrin bütün güzellikleri esasen bu kimliğin, bu ruhun yansımalarıdır... Kimliğini yitiren insan gibidir kimliksiz şehirler ve şehirdekiler. Huzursuzdur, ürkektir, boşluktadır.
Şehirle olmaktan bahsediyoruz, şehrin ruhunu yaşamaktan, şehrin hallerini tenneffüs etmekten, şehir ve insan arasında bağ kurmaktan, dahası şehri insan için bir imkan kılmaktan bahsediyoruz. Şehir imkândır, şehir mekânın insanı var kılma imkânı ve de var oluş mekânıdır. Bütün unsurları ile şehir bir düzeni temsil eder. Arz ile semanın, madde ile mananın uyumudur. İnsanın ev ile sokak ile mahalle ile şehir ile bütünlüğünü ve uyumunu ifade eder. Bu uyumdur ki; mekân mesken olur, sükûn verir insana. Nereye varmak istiyoruz; şehirleri cebelleştiğimiz yerler olmaktan çıkarıp, sükûnet sunan mekânlara çevirmeliyiz. O zaman “ufki şehre mümkin bir bakış” olan Turgut CANSEVER’in ifade ettiği gibi; şehir ufki, mekân yatay olursa, insanların huzurlu ve huzurda olduğu şehir olur. Huzurda durarak, huzur bulur insan… Sekülerizmin ve kapitalizmin dikeyliği esas alan, insanı tüketen, “insanı” imkânsızlaştıran kentin karşısına, yatay şehri, imkân şehrini, insana olmak imkânını sunarak imha yerine ihya edecek şehri inşa etmek…
Şehir insanla birleşmeli, bütünleşmeli. Şehri oluşturan insan, bir müddet sonra şehir tarafından oluşturulur. İnsanı şekillendiren şehirdir. O yüzden şehirler şekillendirilirken mekânın insan üzerindeki belirleyici etkisi unutulmamalı. Öyleyse şehirleri inşa edenler aslında insanı, toplumu inşa ettiklerinin bilincinde olmalıdırlar. Sanırım mesele; ”şehri inşa” ile “kentsel dönüşüm” arasındaki farkı görebilmekte. Ya da şehir ile kent, inşa ile dönüşüm arasındaki farkta. Çünkü bu kelimeler ile ortaya koyacağımız tercihlerimiz bizi imkâna ya da imkânsızlığa götürecek.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum