Muhterem Kardeşlerim…
Zaman zaman yazılarımızda Hased etmekle ilgili sizleri bilgilendirmeye gayret ediyoruz. Bu yazımızda da hased konusunu değişik yönleriyle anlatmaya devam edelim…
Haset edilen kimse, senin zulmüne uğramış, bir mazlumdur. Hele haset edip çekiştirir, kötülüklerini söylersen, bunlar senin ona verdiğin hediyelerdir. Hep onun ekmeğine yağ sürmüş oluyorsun. Yani ona ibadetlerinin sevabını verip, onun günahlarını yükleniyorsun. Böylece kıyamette müflis olacaksın.
Düşman, hasmının beladan belaya uğramasını ister. Haset hastalığı ile senin yüklendiğin bela, bütün felaketlerden büyüktür. Düşmanlarının en büyük arzuları kendilerinin refahta, hasımlarının sıkıntıda olmalarıdır. Sen kendi kendine onların arzularına uymuş oldun. Bunun için düşmanın, senin ölmeni değil, böylece sürünmeni, ellerindeki nimetlere bakarak haset ateşi içinde hep kıvranmanı isterler.
Bunları düşünebilirsen, kendi kendinin düşmanı ve düşmanının dostu olduğunu kolaylıkla anlamış olursun. Çünkü davranışın, dünya ve ahirette senin aleyhine, hasmının lehinedir. Bu işin zararı senin, kârı onundur. Herkesin yanında nefret edilirsin. Allah katında da kötü birin. Sen istesen de istemesen de haset ettiğin kimsenin nimeti devam eder gider.
Eğer ahiretteki hâlini rüyada bile görebilseydin, korkunç bir manzara ile karşılaşırdın. Hâlin, tıpkı, öldürmek için düşmana kurşun atan, fakat mermisi geri teperek gözüne isabet edip gözünü çıkaran ve buna fazla sinirlenerek ikinci kurşunu atan ve ikinci mermi de aynı şekilde geri teperek diğer gözünü çıkaran, buna daha da sinirlenerek attığı üçüncü kurşunun yine kendi beynine saplanan ve hasmı esenlik içinde bulunan kişinin durumuna benzer. O, durmadan hasmını hedef alıp kurşun atar, mermiler ise geri teperek kendisine isabet eder. Bunun bu hâline, düşmanları kahkaha savurur. İşte şeytan böyle maskara eder.
Haset edenin durumu bundan da fecidir. Çünkü bu kişinin hasmına atıp tersine dönerek kör olmasına sebep olduğu gözleri, nihayet ölüme kadar yaşayacak ve ölüm ile onlar da yok olacaktı. Ama hasetten meydana gelen günah, ölüm ile yok olmaz. Bu sebeple Allahü teâlâyı öfkelendirir ve Cehenneme girer. Gözünün kör olması, Cehenneme girip Cehennemin kendisini yakmasından, elbette çok daha hafiftir.
Şu işe bak! O, haset ettiği kimsenin nimetinin elinden alınmasını isterken, Allahü Teâlâ o nimeti almadığı gibi, ötekini sıkıntıdan sıkıntıya sokmuştur.
Kur'an-ı Kerim’de mealen buyuruluyor ki:
“Kişi kazdığı kuyuya kendi düşer.” [Fatır 43]
Çok kere düşmanı için istediği aynen kendi başına gelir. Bunlar, hasedin ilim ile tedavisidir. Eğer Akl-ı Selim ile düşünürsen, haset ateşini kalbinde söndürürsün. Çünkü hasedin, kendini helak ettiğini, düşmanını sevindirdiğini, haset sebebiyle huzurunun bozulduğunu ve neticede Allahü Teâlâ’nın hışmına uğradığını bilirsin.
Hasedin amel ile tedavisi şöyledir:
Haset arzularının aksini yapmakla hasedini tahakküm altına alırsın. Mesela, hasmını kötülemek istersen, hemen onu öv, kibretmek istersen tevazu göster, ondan özür dile, şayet vermemeyi teklif ederse, vermeye gayret et! Yapmacık da olsa tatlılık, kini ortadan kaldırır ve gönülleri birbirine bağlar. Bu sayede kalb, haset hastalığından kurtulur. Haset edilen kimse, senin böyle zoraki yaptığını bilse de, yine memnun kalır ve seni sevmeye başlar, bu suretle karşılıklı sevgi başlar ve haset hastalığı da kaybolur. Çünkü tevazu, övmek ve sevgisini bildirmek, karşısındakine etki ederek onu sever. Zoraki yaptığı iyilikler, zamanla huy haline gelir. Böylece hasetten kurtulmuş olursun.
Elbette bu arada şeytan boş durmaz, senin bu durumun onu çok üzer, sana “münafıklık yapıyorsun” diye vesvese verir. Sen de, münafıklık zilletine düşmeyeyim diye sakın şeytanın oyununa gelme!
Hastalıklar acı ilaçlarla tedavi edilir. İlacın acılığına dayanamayan, şifanın zevkine eremez. Hasedin tedavisinde kullanılan, düşmana karşı alçak gönüllülük, onu övme gibi hâllerin acılığını, ancak yukarıda bildirilen manaları bilmek kolaylaştırır. Ayrıca Allahü Teâlâ’nın kazasına rıza ile elde edilecek sevap, Allah’ın sevdiğini sevmek de bu güçlüğü yener. Murada ermemek zillettir. Bu zilletten kurtuluş ancak iki şeyin biriyle mümkündür. Ya dilediğin şey olacak veya olacak şeyi dileyeceksin. Birincisi senin elinde olmadığı için, bu hususta uğraşmak manasızdır. İkincisi ise mücahede ve riyazet ile mümkündür. O halde akıllı olan, bu ikinci çareye başvurur.
[Riyazet, nefsin arzularını yapmamak demektir. Nefs ahmak olduğu için her istediği kendi zararınadır. Nefs daima haramları ister. Mücahede ise, nefsin istemediği şeyleri yapmaktır. Nefsimiz, iyilik ve ibadet etmemizi istemez. Nefse, günahlardan kaçmak, ibadet etmekten daha güç gelir. Onun için günahtan kaçmak daha sevaptır.] (İhya)
Mümine kâfir diyenin kendisi kâfir olur
M. Hadimi hazretleri buyuruyor ki:
Haset etmek, Allahü Teâlâ’nın takdirini değiştirmez. Hasetçi, boşuna yorulmuş, üzülmüş olur. Üstelik büyük günaha girmiş olur. Haset, sinirleri bozar, ömrün azalmasına sebep olur. Hasedin, haset edilene dünyada ve ahirette hiç zararı olmaz. Üstelik faydası olur. Haset ettiği kimsede nimetlerin azalmadığını, arttığını [kervanın yürüdüğünü] görerek sinir krizleri geçirir.
Hadis-i Şeriflerde buyuruldu ki:
“Mümin imrenir, münafık haset eder.” [İ. Maverdi]
“Haset edenler benden değildir, ben de onlardan değilim.” [Taberani]
Berika’daki bu yazı, hasedin ne kadar kötü olduğunu göstermektedir. Hasetçinin yalan söylemesi, iftira etmesi ayrı bir günahtır.
Hadis-i Şeriflerde buyuruldu ki:
“Bir müminde her haslet bulunabilir. Ancak hıyanet ve yalan bulunamaz.” [İbni Ebi Şeybe]
“Yalan, münafıklıktan bir kapıdır.” [İbni Adiy]
Kur'an-ı Kerimde mealen buyuruluyor ki:
“Yalan söyleyenler, iftira edenler, ancak Allahü Teâlânın Âyetlerine inanmayanlardır. İşte onlar, yalancıların tâ kendileridir.” [Nahl 105 Beydavi]
Hadis-i Şerifde de buyuruluyor ki:
“Yalan, imana aykırıdır.” [Beyheki]
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
“Böyle kimselerin bozuk sözlerine üzülmeyiniz! Kur'an-ı Kerimde, -Herkes, kendine uygun işi yapar- buyuruluyor.” (İsra 84)
[Yani kişinin işi ve sözü, kendinin aynasıdır.]
Böyle aşağı kimselerin sözlerine iyi ve kötü karşılıkta bulunmamak daha iyidir. Yalanın sonu gelmez. Onların birbirini tutmayan sözleri, kendilerini rezil etmeye yetişir. Allahü Teâlâ’nın aydınlatmadığı kimseye, başkası ışık veremez. Kur'an-ı Kerim’de mealen buyuruldu ki:
“Allah de, sonra onları bırak! Bozuk işlerinde, daldıkları bataklıkta oynaya dursunlar!” [Enam 91, Mektub. 204]
Aynı evliya zat yine buyuruyor ki:
“Bir zan ile bir Müslüman’a kötü damgası basmak, yer yer dolaşıp, onu sapık olarak yaymaya çalışmak bir din adamına yakışır mı? Müslüman olan bir kimse, bir insandan dine uygun görünmeyen bir söz işitince, bu söyleyeni incelemelidir. Söz sahibi, sapık ve zındık ise, buna doğrusunu söylemeli, sözünde iyi mana aramamalıdır. O sözün sahibi Müslüman ise, onun sözüne iyi mana vermeye uğraşmalıdır. Eğer faydalı olmak için değil de, bir Müslüman’ı kötülemek için yapılıyorsa, buna bir şey diyemem.” [c.3, m.121]
Suizan ederek bir Müslüman’a kâfir denmez. Bir savaşta, kelime-i şehadet getiren birini öldüren kimseye, Resulullah efendimiz, “Kelime-i Şehadet söylerken niçin öldürdün?” buyurdu. O kimse de, “Dili ile söylüyordu, kalbi ile inkâr ediyordu” dedi. “Kalbini yarıp da baktın mı?” diyerek onu azarladı. Onun için, günahkâr da olsa, mümine kâfir demekten sakınmalıdır!
Hadis-i Şerifte buyuruldu ki:
“Mümine kâfir diyenin, kendisi kâfir olur.” [Buhari]
Müslüman’a kâfir demek
İslam Âlimleri buyuruyor ki:
Küfür isnadı, iki başlı ok gibidir. Oku atınca, karşı taraf kâfirse orada kalır, şayet değilse, ok geri döner sahibini vurur, yani söyleyen kâfir olur.
Fıkıh kitaplarında da, kendisine kâfir denilen kimse kâfir değilse, Müslüman ise, söyleyenin kâfir olacağı bildiriliyor.
Bir Hadis-i Şerif meali de şöyledir:
“Mümine kâfir diyenin, kendisi kâfir olur.” [Buhari]
Allahü Teâlâ, cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum