İslam öncesi olan dönem, cahiliye dönemi olarak isimlendirilir. Çünkü İslam gelmeden önce; özellikle Arap yarım adasında, genelde tüm dünyada güçlülerin hâkimiyeti, güçsüzlerin ise mahkûmiyeti söz konusuydu... Kadına değer verilmez, kız çocukları yüz karası olarak bilinir ve bazıları da diri diri toprağa gömülürlerdi...
Çin, Japonya, Roma ve bir-çok Avrupa ülkelerinde; geç tarihlere kadar, kadının ruhu var mıdır yok mudur, kadın insan mı yoksa şeytan mı, gibi tartışmalar yaşanırken, bir taraftan da miras ve diğer hukuki haklarından mahrum bırakılıyordu. Özellikle Avrupa da, asiller ve asil olmayanlar diye insanlar sınıflandırılıp, en büyük haklar ve toleranslar imtiyaz sahibi ve güç sahiplerine veriliyordu.
Arap yarım adasında, durumun vahameti daha korkunç boyutlardaydı. Kadın bir meta olarak bilinir ve birçok zaman da insan yerine bile konulmazdı. Kadın aleyhtarlığı neredeyse bütün dünyada böyle sürüp gittiği bir zaman da; Aziz ve celil olan Allah, Hıra dağından Mekke’nin semalarına, rahmet elçisi Hz. Muhammed (s.a.v) evrensel İslam mesajıyla görevlendirmekle insanlık âlemine bir daha merhamet ve rahmet kapılarını açmıştı.
Aziz ve Celil olan Allah, göndermiş olduğu kerim kitabında; kadına değer vermiş onu annelik makamıyla şereflendirip ve cenneti onun ayaklarının altına sermiştir. Yâni, cennetin kazanılmasını, annelerin rızasını kazanmaya bağlamıştı. İbrahim (a.s): ;Allah'ım beni anamı babamı ve bütün inananları mağfiret et duasını; Kur’an bize beyan ederken, annenin babadan önce zikredilmesinin hikmetini ve annelik makamının neden bu kadar önemli olduğunu hatırlatmaktadır.
Efendimiz (s.a.v)’in Arafat dağında veda hutbesini irat ederken; hazır bulunan sahabelerinin şahsında, İslam’ın evrensel mesajını tüm insanlığa duyuruyordu. Özellikle kadınlar hakkında Allahtan korkmamızı, onların Allah’ın birer emaneti oldukları, haklarını koruyacağımıza dair Aziz ve celil olan Allah’a söz verdiğimizi hatırlatmakla birlikte bu mesajı; tüm dünyaya ilan ediyordu.
Asr-ı saadetten sonra başlayan
Meliki adud dönemleriyle birlikte, İslam’ın evrensel hükümleri de yavaş yavaş hayatın ve yaşamın dışına çıkarılıyordu. Ümmet ruhunu kaybeden veya unutan Müslümanlar, bölük pörçük olup; düşmanları karşısında en ağır yenilgilere mahkûm okuyorlardı. Hal böyle olunca Batılın kara beyinli ideologları, fikir üreten filozofları; sihirli hurafeler icat edip İslam âlemine ihraç etmekle, yeni nesilleri hem kendi dinlerine karşı duyarsız hem de cahil bırakmayı başarmışlardı bile.
Feminizm adı altında, (güya kadın haklarını savunan) dernek ve oluşumlarla kadın erkek eşitliğini her platformda dile getirip zırvalayan batılın fikir babaları; İslam’ın kadına vermiş olduğu değeri kadınlara unutturmuş ve onu fabrika köşelerinin birer kölesi, teşhir salonlarının kuklası veya mankeni, kapitalizmin acımasız pençelerinde can çekişen bir varlık haline getirmekle kadına karşı en büyük kötülüğü yapmışlardı aslında.
İsviçre den (İsviçre’nin toprak bütünlüğü bizim Konya ilimiz kadar ya var ya yok olduğu halde; alınan medeni kanunlarla, aile mefhumu büyük yaralar almış, boşanmaların birçoğunda erkeğin kadına süresiz nafaka ödemesi ön görülmekle, kadına karşı erkeği öfkelendirdiği gibi, ayrıca şiddeti de tırmandırmıştır. Gelinen son noktaya bakıldığında, bundan sekiz yıldan beridir tedavüle konulan sözde İstanbul sözleşmesiyle, kadının beyanı esastır yasası; eşler arasındaki saygı bağını koparmış ve erkeği adeta kadının kölesi haline getirmişti.
Evden uzaklaştırma cezaları, kadına yapılan şiddeti bırakın durdurmayı; her gün biraz daha cinayet ve şiddet hadiselerinin yaşanmasına sebep olmuştu. Şimdi o kanun yürürlükten kaldırıldı kaldırılmasına fakat on sekiz yaşın altında Allah'ın emrine göre evlenen birçok erkek hala ceza evlerinde? Eş ve çocukları ise perişan durumdalar. Çözüm batının kriterlerine veya uyum yasalarına uymakta değil, çözüm ve kurtuluş Allah'ın kitabı Kur’an ve sünnet-i seniyye ye uymakta olduğunu tüm dünyanın artık bilmesi lazımdır.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum