Âdem (a.s) babamızdan sonra, peyderpey gönderilen tüm peygamberler (hepsine selâm olsun) yoldan sapan kavimlerini irşad edip doğru yola iletmek için, gece gündüz demeden onları tevhide davet edip uyarmışlardır. Değişik musibetlerle karşı karşıya kalan birçok kavim, Peygamberlerine; Allah'a dua et bu musibeti başımızdan savsın sana iman ederiz diye müracaat ettikleri ve musibet def olduğu hâlde, sözlerinde durmamış ve eski taşkınlıklarına devam etmişlerdir.
Musa(a.s)'ın kavmi, Beni İsrail; birçok musibetlere maruz kaldıkları halde, ilâhi onca mucizeye rağmen, küfür ve isyanlarından vaz geçmemiş, Musa (a.s) Turi Sinaya ilâhi davete icabet etmek için gittiğinin hemen akabinde de, Harun (a.s)'a isyan edip altından yaptıkları bir buzağıya ilah diye tapmışlardır. Hâlbuki Aziz ve Celil olan Allah, onları musibetlerle sınadığında, onların tevbe ve istiğfar etmeleri halinde, onları affetmesini murad etmişti. Fakat onlar, eski tas eski hamam misali; şehvet ve arzularının peşinden koşup şeytanın maskaraları olmayı tercih etmişlerdi.
Ama nafile!... Neyse uzatmayalım, misalleri çoğaltmak mümkün. Gelelim günümüze ve şimdi içinde bulunduğumuz hâl-i hazıra!... Geçen yıl mart ayından itibaren, görülmeye başlayan korona virüs denilen salgın; yaşamın birçok alanını pozitiften negatife çevirdiği bir gerçektir. Sosyal hayattan tutun da, ekonomik ve siyasi mekanizmasına kadar; dünyanın kâbusu haline geldiğini söylemek mümkün!...
Her gün haberlerden izlediğimiz ölüm ve vaka sayısındaki artışların, toplumsal olarak bize nasıl bir mesaj verdiğini kale almadan, eski alışkanlıklarımızda ısrar etmeye devam ediyoruz. Ne başımıza gelen bunca musibetlerden ders alıyor, ne de birbirimize nasihat edip uyarıyoruz. Elbet teki hastalık ve benzeri afetlerin karşısında, önce tedbirleri almalıyız. Ama unutmayalım ki, aldığımız tedbirlerin; ilâhi takdiri engelleyemeyeceğine de inanmalıyız/inanmak zorundayız.
Hastalandığımız zaman doktora gidiyoruz. Doktorun vermiş olduğu ilaçları, onun tarif ettiği gibi kullanmazsak tedavi olmayacağımız gibi; aynen bunun gibi Aziz ve Celil olan Allah'ın göndermiş olduğu emir ve nehiylere göre yaşamazsak; Allah'ın göndereceği bela, afet, salgın ve benzeri musibetler de yakamızı bırakmayacaklardır. Evlerimize kapandık, ağızlarımıza maske geçirdik, bir araya gelmekten korktuk, mescitlerimize gönül rahatlığıyla gidemez olduk ama; bir gram olsun akıllanmadık.
Peki, nasıl uyanacağız? Depremler, sel felaketleri, kuraklık, savaşlar, deniz sahillerine vurulan masum bedenler; salgın hastalıklar vs. Hangisi bizi bize getirecek acaba? Çarşı pazarlar giyinik üryanlardan geçilmez olmuşsa, gencecik yavrular daha ömürlerinin baharında uyuşturucu ve benzeri maddelere müptela olup toplum için birer tehdit haline gelmişlerse, sokak kavgaları, intiharlar ve merhametsizlik alıp başını gitmişse; ve toplumsal olarak tüm bu olup bitenlerden ders çıkaracağımız yerde, çareyi yanlış adreslerde arıyorsak, inanın belanın biri gider diğeri tanesi gelir.
Ya Allah aşkına, bir Allah'ın kulu çıkıp da; ey insanlar bu belalar ilâhi birer uyarıdırlar; kendimize çeki düzen verelim, tevbe ve istiğfar edelim, açık saçık gezen kadınlar lütfen Allah'ın tesettür ve cilbab emrine riayet edin diyemez oldu. Herkes birbirinden korkar hale gelmiş, fakat Allah'ın azabını hesaba katmdana. Hâlbuki Aziz ve Celil olan Allah, insanlardan değil benden korkunuz diye emir buyuruyor. Son olarak, toplumsal olarak Allah'ın emirlerine teslim olup tevbe etmezsek, daha çok çekeceğimiz var demektir. Dua ile…
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum