Nasıl yönetileceklerine toplumların karar vermesi doğaldır. Toplumların karar vermeleri seçimle olur. Seçim kavramının, seçim sisteminin bu bağlamda ve özellikle de toplum/kişi iradesiyle ilişkisi oldukça önemlidir.
Seçimlerin sağlıklı ortamda cereyan etmesi önem arz eder. Bu bakımdan ifade özgürlüğü kavramı da ön plana çıkar. Seçilenin ve seçenin hür olarak kendini ifade edebilecek bir ortamın mevcudiyetiyle, seçimin sıhhati/meşruiyeti birbiriyle orantılıdır.
Günümüzde demokrasi de diğer sistemler gibi iki yönü olmasına rağmen bunlar karıştırılmaktadır. Bu yönlerden biri yetkisel alan diğeri, yönetsel alandır.
Yetkisel alan, egemenlik kaynağı; yönetsel alan ise yöneticilerin seçilmesiyle ilgilidir.
Gerek doğrudan demokrasi de, gerekse de temsili demokraside her iki alan teorik olarak toplumun seçimine bağlı kılınmıştır.
Günümüz İslam toplumu da seçimi, yöntemsel olarak bir nevi geniş müşavere olarak kabul etmişlerdir.
Toplumlar, gerçekten seçtiklerini ya da seçmediklerini sanabilmekte, seçmen iradesinin yansımaları farklı olabilmekte, seçim demenin demokrasi olduğu ta da demokrasi dışında seçim kavramı olmadığı algısı oluşturularak, seçim kavramı demokrasiye mal edilmektedir.
Elbette, seçim bir yöntemdir. Seçimi demokratik bir yöntem olarak sınırlamak doğru bir yaklaşım değil; onun yerine demokrasinin seçim yöntemi de vardır denebilir ya da demokrasilerde kararların seçimle alınması esastır da denilebilir.
Seçimle ilgili en önemli sorunların başında, seçim sonuçlarının daha sağlıklı yansıyıp yansımaması gelir. Bu da “katılımcılık” kavramını önemli kılar. Katılımcılık elbette önemlidir ancak tüm sorunları çözebileceğini söylemek bu aşamada mümkün görünmüyor. Katılımcılık, niceliksel bir sorun ve tabanın genişliği açısından önemli. Esas olan, katılımcıların hür iradelerini yansıtabilmelerinin önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Bu engeller her zaman fiziki değildir.
Diğer önemli kavram ise istikrardır. İstikrarın en önemli iki ayağı; siyasi istikrar ve toplumsal istikrardır. Zira ekonomik istikrar da dahil olmak üzere diğer alanların hepsindeki istikrar, bu iki alandaki istikrara bağlıdır. Elbette toplumlar yönetsel istikrarı önemsemeli ancak, istikrar da, dayatmalar, zorlamalar, yönlendirmelerle değil; toplumun öngöreceği şekilde sağlanmalıdır. İstikrarın en sağlam güvencesi de bu bağlamda adalettir. Adalet ve hukukun üstünlüğü, istikrarın da ana kaynağıdır.
Seçimlerin diğer bir handikapı ise baraj sorunudur. Buna seçim güvenliği, propaganda imkanlarında orantısızlık, mahalle baskısı/seçim güvenliği, seçmen iradesine ipotek koyma ve daha bir sürü sorun eklemek mümkün.
Tüm bunlar, seçimlerde halk iradesinin sandığa sağlıklı olarak yansımasını engellese de toplumların seçim yapabilmelerinin önemini ortadan kaldırmaz. Yani şöyle veya böyle tek başına seçim yapabilmek bile oldukça önemlidir.
En demokratik ülkelerde bile, teoride her şeyin halkın kararıyla ve seçimle olduğu söylense de; pratikte bunun gerçek olmadığını görmekteyiz. Bu, seçim kavramını değersiz ve gereksiz kılmaz, seçim ortamının, seçme ve seçilme alanlarının ne derece halkın/toplumun iradesine bırakıldığıyla ilgilidir. Zira çeşitli düzenlemelerle, aynı oy oranıyla farklı sonuçlar çıkarmak mümkün olabilmektedir.
En “gelişmiş” demokrasilerde bile halk egemenliği değil; Platon’un sözünü ettiği kitle egemenliğinin hakim olduğunu görmekteyiz…
Diğer bir husus, istikrar denen şeyin nasıl yorumlandığıyla ilgili. Bir ülkede istikrarı sağlamış sayılmak, toplumda işleyen adil bir sistemin tesisi mi yoksa bir kesimin egemenliğini sürdürebileceği sistematiğin devam ettirilmesi/ikame ettirilmesi mi?
Toplumsal istikrarı sağlamak için, toplumun ihtiyaçları mı yoksa siyasi kaygılar/siyasi istikrar mı ön planda olmalı? Bu sorular çoğaltılabilir. Dolayısıyla demek istediğim, toplumun neye ihtiyacı olduğuna toplumun kendisi karar vermelidir.
Bugün kendi toplumumuzun öncelikleri/ihtiyaçları, toplumsal bir uzlaşı, barış, kimlik sorunlarımız, iç ve dış vesayetlerdir. Bu da sistemden ve ulus devlet yapısından kaynaklı sorunlardır. Esasen, bu yönde bir seçim aşamasına gelinmediği sürece nihai bir çözüm ve toplumsal refah mümkün görünmemekte.
15 Temmuz felaketinin bertaraf edilmesinde oluşan atmosferin, bu yönde bir sürece evrilmesini toplum çok arzu etmişti.
Günümüz "demokratik" yönetimlerinde toplum, kendi seçeneklerini oluşturma imkanlarından uzaktır. Seçenekleri toplumun önüne koyan bir sistem var ve kim gelirse gelsin, bu sistem değişmemektedir.
Oysa toplum, yönetim şeklini de, yöneticileri de seçme konusunda daha başat rol oynayabilecek bir konumda olabilmeli.
Böylece, kitle egemenliği, vesayet ve diğer baskılayıcı/kısıtlayıcı unsurlardan kurtulmanın yolu açılabilir.
Sonuç olarak, seçme ve seçilme özgürlüğü önünde büyük engeller vardır, vesayetler ve kitle/kesim egemenlikleri şu veya bu şekilde devam etmektedir. Bu, "demokratik" ülkelerin sistemsel bir sorunudur.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum