Muhterem Kardeşlerim…
İnsanın başına büyük, küçük bir sıkıntı, bir bela gelince veya işi ters gidip beklediği neticeye kavuşamayınca, “Hakkımızda hayırlısı böyleymiş. Vâki olanda hayır vardır” demelidir. “Bela için hayırlı oldu denir mi?” diye düşünmemelidir.
Efendim;
Müminin başına gelen her bela faydalı olduğu için öyle söyleniyor.
Hadis-i Şeriflerde buyuruluyor ki:
“Müslüman için Allahü Teâlâ’nın her hükmü hayırdır. Allahü Teâlâ’nın kazası, herkes için hayır değil, sadece Müslüman için hayırdır.” [Ebu Nuaym]
“Her bela, affedilecek bir günah için gelir.” [Ebu Nuaym]
“Mümine gelen her bela, günahlarına kefaret olur.” [Buhari]
“Müminin günahları affoluncaya kadar bela gelir.” [Hakim]
Müslüman Allahü Teâlâ’nın dostudur. Dostluğun alameti ise, dostun belalarına, sıkıntılarına sabretmektir. Kur’an-ı Kerimde mealen buyuruluyor ki:
“Sabredenlere, mükafatlar hesapsız olarak verilir.” [Zümer 10]
Hazreti Ömer buyurdu ki:
Bana bir bela gelirse, üç türlü sevinirim:
1- Belayı Allahü Teâlâ göndermiştir. Sevgili gönderdiği için tatlı olur.
2- Allahü Teâlâ’ya, bundan daha büyük bela göndermediği için şükrederim.
3- Allahü Teâlâ, insanlara boş yere, faydasız bir şey göndermez. Bir belaya karşılık, ahirette çok nimetler ihsan eder. Dünya belaları az, ahiretin nimetleri ise, sonsuz olduğundan, gelen belalara sevinirim.
Sonsuz olan Cennet nimetleri ile sonsuz olan Cehennem azapları yanında, dünyada çekilen birkaç günlük belaların, sıkıntıların ne önemi olur ki? Bela ne kadar büyük olsa da, geçicidir. Bir insanın, hatta dünyanın ömrü, ahiretin sonsuzluğu yanında, deniz yanında bir damla kadar bile değildir. Hiç sonu olan bir şey sonsuz olan ile mukayese edilebilir mi?
İnsan, dünyada birkaç gün dert, bela çekmezse, Cennetin sonsuz lezzetlerinin kıymetini anlamaz ve ebedi sıhhat ve afiyet nimetlerinin kıymetini bilmezdi. Açlık çekmeyen, yemeğin kıymetini anlamaz. Acı çekmeyen, rahatlığın kıymetini bilmez. Dünyadaki belalar sanki daimi lezzetleri artırmak içindir. [C.2, m.99]
Bir Hadise, neticesiyle ölçülür. Bir talebe, bütün sınıflarını başarı ile geçse, son sınıfta çalışmayıp birkaç sene üst üste kalıp, mezun olamasa, önceki başarılarının hiç kıymeti olmaz ve diploma alamaz. Tembel bir talebe de, bütün sınıflarda başarısız olmasına rağmen, her ne suretle olursa olsun, diploma almışsa, muradına kavuşmuş olur.
Doğuştan veya sonradan sakat olan kimse, buna sabrederse günahları affolur; ayrıca büyük bir sevaba da kavuşur. Eğer sabretmezse, sevap alamasa da, günahları affolur. Günahları affolan da Cennete gider. Bu durumda sakatlık bir azap değil, bir nimet olmuş olur.
Bir kimse, dünyanın en zengini, en yakışıklısı, en kuvvetlisi olsa; dünyada istediği her şeyi yapabilse; fakat neticede imansız ölse, ebedi azaba maruz kalır. Bir anlık rahatlık için sonsuz felakete düşmek ne kadar kötüdür.
Görüldüğü gibi netice mühimdir. Sonu iyi olacaksa, birkaç günlük sıkıntı mühim değildir. Sonu felaket olacaksa, birkaç günlük rahatlığın da kıymeti yoktur.
Dünyadaki işler, ibadetler, ahirette, zorlukları nispetinde kıymet kazanır. Namaz, oruç ve haccını rahat bir şekilde ifa edenle, sıkıntı içinde yapanın sevabı aynı olmaz.
Hadis-i Şerifte buyuruldu ki:
“Hacca yaya gidene yetmiş, binekle gidene bir hac sevabı verilir.” [Deylemi]
Cenab-ı Hak, yazları serin, kışı da ılık yaratsaydı, insanlar soğuk ve sıcaktan sıkılmazlardı. İnsanlar, kışın soğuktan korunmak için odun, kömür alıyorlar. Odun, kömür parası kazanmak için çeşitli sıkıntılara katlanıyorlar. Sıkıntının neticesi de nimet olduğuna göre, kışın soğuğu, yazın sıcağı müminlere nimettir.
Bir kölenin ibadeti ile bir efendinin ibadetinin değeri aynı olmaz. Sıkıntı çekenin, alacağı sevap daha büyük olur.
Hadis-i Şerifte buyuruldu ki:
“Bir kimse, Cennette, kölesini kendi derecesinden çok yüksekte görünce, ‘Ya Rabbi, bu benim kölem iken, benden çok yüksek dereceye kavuşmuş. Hikmeti nedir?’ diyecek, Cenab-ı Hak, ‘Her ikiniz de amellerinize göre dereceye kavuştunuz’ buyuracaktır.” [Deylemi]
Bir insan dünyada âmir olunca, ahirette memurlarından yüksek dereceye kavuşacak diye bir şey yoktur. Bir kimse, bütün hizmetleri, hizmetçisine yaptırsa, elini sıcak sudan soğuk suya sokmasa, hiç zahmet çekmeden bütün nimetler ayağına gelse, elbette ahiretteki derecesi hizmetçi ile aynı olmaz. Bu bakımdan işlerin güçlüğü, sıkıntısı bir nimettir.
Elbisemiz eskimeseydi, bir kere yemek yiyince, bir daha acıkmasaydık çalışmaya lüzum kalmazdı. Çalışmayıp yatınca da sıkıntı olmazdı. Dünya imtihan yeri olduğu için, mümine dünyada rahat olmaz.
Hadis-i Şerifte, “Dünya müminin zindanıdır” buyuruldu. (Müslim)
Mümin ölmedikçe rahata kavuşamaz. Bu gerçeği bilen mümin şikayet etmez. Sıkıntılara sabredilmezse, nimet olmaktan çıkar. Sıhhat hastalıktan, nimet beladan üstündür. Peygamber Efendimiz duasında, dünya ve ahiret sıkıntısından Allah’a sığınmıştır.
Her Peygamber şöyle dua ederdi:
“Ey Rabbimiz, bize dünyada ve ahirette de hasene ver!” [Bekara 201]
[Hasene, iyilik, güzellik, sıhhat ve afiyet içinde mutlu yaşamaktır.]
El hayru fî mâ vaka'a, yani vâki olanda hayır vardır demek, irade ve tercihimizin dışında ve sebeplere yapıştığımız halde, başımıza ne gelirse gelsin sabretmeli, şikâyetçi olmamalı; sabredersek, neticesinin hayırlı olacağını bilmeli demektir. Yoksa başa gelen her şey, onun için mutlaka hayra sebep olur demek değildir.
Allahü Teâlâ cümlemizi her haline sabreden ve şükreden, halini hiç kimseye şikayet etmeyen kullarından eylesin. (Amin)
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum