Türkiye'de 8 Mart, ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak anılmaya başlanmıştır.
"Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış bir gün olan 8 Mart, İnsan hakları temelinde kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesini,ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanmasını hedeflemiştir...
Bu tür günlerin çıkışlarının genellikle modern toplumlarda cereyan eden ekonomik, sosyal, siyasi ve benzeri süreçlerle ilgili olduğunu, Kapitalizmin yol üzerindeki engelleri kaldırmaya yönelik taktikleri olarak karşımıza çıktığını görmekteyiz.
Nitekim 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olmasının nedenine bakıldığında bunu görmek mümkün. 1857’de New York’ta 40.000 dokuma işçisinin daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başlaması, polisin işçilere saldırması, işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucu 129 kadının hayatını kaybetmesi 1910’da böyle bir gün ilan edilmesi sonucunu doğurmuş.”/Gazeteipekyol
Batıda kadının insan olup olmadığı tartışmaları tarihte kalmış gibi görünmekte. Tarih boyunca kadınlar hep sömürülmüştür, deriz ancak kadınlar hala farklı şekillerde sömürülmekteler. Günümüzde bu sömürü ve ona yaşatılan mağduriyetlerin önemli bir kısmı ona ‘hak’ olarak verilmiş uygulamalarla yaşanmakta üstelik.
Hafta içi ve 8 Mart dahil olmak üzere çeşitli etkinlikler yapıldı. Amaç kadınların temel sorunları olarak kabul edilen ve yaygın olan şiddet ve cinayetlere çözümler aramak ve kadını daha iyi yerlere getirmek olarak belirtildi genellikle.
Tabloya bakıldığında, durum; genelde tüm insanlar için ama daha çok çocuk ve kadınlar için hiç iç açıcı değil.
Kadınların sorunları konusunda ıskalanan en önemli husus; bakış açısıdır. Kadının ve erkeğin fıtri rollerine dönmesi önemli. Kadının modernleşmesi, sekülerleşmesi, anne olmaktan ve aileden/erkekten/evlilikten/evden uzaklaştırılması, emeğinden, bedeninden yararlanmak istenmesi, reklamların malzemesi haline getirilmesi, kutsi değerinden uzaklaştırılarak cinsel kimliğinin ön plana çıkarılması ve tüm bunların ona ‘hak’ olarak verildiğinin iddia edilmesi, üzerinde ciddiyetle durulması gereken noktalardır.
Terör örgütleri saflarında savaşan çocuk kadınlar; savaşlarda tecavüzlere maruz kalan mülteci, sığınmacı kadınlar; Türkiye de dahil olmak üzere fuhuş sektöründe çalıştırılan kadınlar; ağır ekonomik koşullarda emeği sömürülen kadınlar; tarlada, markette, bankada vs uzun mesailer yapan kadınlar; saçma sapan bakış açılarıyla, dini hüküm kılıfı altında (çocukken de evlendirilebileceği, deşarj olmak için dayak atılabileceği gibi) yaklaşımlara maruz kalan kadınlar; tacize, istismara uğrayan kadınlar; sokakta, evde, otobüste dayak atılan, öldürülen kadınlar…
Kimsenin namusu değiliz diye kendi kimliğinden, özünden, hayadan, örtünmekten, asli rolünden uzaklaştırılmaya çalışılan ve bunu, özgürleşme olarak algılaması istenen kadınlar…
Başörtüsü takabilince özgürlüğüne kavuştuğunu sanan, asli kimliğinden sıyrılmış İslamcı/Müslüman kadınlar, bayrağı eline alıp soluğu başka mabedlerde ve mecralarda alan kadınlar, siyasi partiler için oy toplayan, İslamcı kurtuluş reçetelerini siyasi parti mücadeleleri içinde heder eden kadınlar.
Suriye cezaevlerindeki kadınlar için üzüntü duyan ama İsrail’in, ABD’nin, Avrupa’nın gerek bizzat gerekse terör ülkeleri ve örgütleri eliyle kadınlara neler yaptıklarını ve neden bu devletlerin 104 tanesinin Suriye’ye çullandığını sorgulamaktan uzak tutulan, Yemen’deki kadınları, Libya'daki kadınları, Bahreyn’deki kadınları, Filistin’deki kadınları görmekten uzak tutulan kadınlar…
Batının; özellikle İslam ülkelerinde, (İran, Afganistan, Türkiye gibi) ne denli projeler uyguladığını, LGBT gibi projelerle hangi hedefler peşinde olduğunu ve bunu Türkiye’ye nasıl kabul ettirdiğini ve bu fasit projelere ne oranda harcama yaptığını gündeme getirmekten uzaklaştırılan kadınlar…
Bedeni, moda endüstrisinin aracı haline getirilen kadınlar…
Var olması, “kendi ayakları üzerinde durabilen” olma süreçlerinden geçmesine bağlı kılınan kadınlar…
Sadece kadın olmasının, saygın olması için yeterli görülmediği kadınlar…
Ne erkeğin, ne de kendisinin; kendi makamının/rolünün/statüsünün/değerinin farkında olmadığı kadınlar…
Evet, dışarı çıkan kadın evine dönmek istememiş ancak dışarıda da mutlu olmamıştır.
Batının kadına biçtiği rol ile Allah’ın kadına biçtiği rol arasında tercih yapmak zorundayız. Allah’ın kitabı, kıyamete kadar tahrifatsız olarak geçerlidir. “Müslümanlar” kendilerini/bakış açılarını, imanlarını, vicdanlarını, ahlaklarını, saflarını yeniden gözden geçirmelidirler. Çözüm İslam’da, Kuran’da, Allah’ın düzenindedir.
“Kadını içeriye kilitleyen anlayış da kadını dışarı salan anlayış da kadına uygun değildir. Kadının sabit ayağı evinde olmak şartıyla diğer ayağı dışarıda olmalıdır. Kadının birinci önceliği, limanı, ailesi, çocukları ve evidir. Kadın zaten çalışmaktadır. Kadının aile geçimiyle ilgili bir sorumluluk altına sokulması kadına yapılan bir haksızlığın, özgürlük ve hak verilmiş gibi gösterilmesinden başka ne anlam ifade eder? Ancak, kadın isterse çalışma hayatına katılabilir. Zorlanamaz.”/Gazeteipekyol
Şimdi gündeme dönelim ve kadınlar için çeşitli vaatler ve projelerden bahsedilmektedir.
Cumhurbaşkanının, uzun bir sessizlikten sonra, ayyuka çıkan bir konu olan kadına şiddet ve kadın cinayetleri ile ilgili 8 Mart dolayısıyla konuşması,içeriği ve vaatler kısmı bir tarafa; üst düzey bir yöneticinin konuya değinmiş olması bakımından önem arz eder.
CB’nın konuşmasında: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından hazırlanan “Kadının Güçlenmesi Strateji Belgesi ve Eylem Planı”'ndan bahsetmesinin yansımalarını ileriki günlerde göreceğiz.
Konuşmasında daha farklı projelerden de bahsetti ancak sistem değişikliği yok.
Şunu unutmayalım ki, sorun ekonomik ve sosyal hakların arttırılması değil; AB süreci devam ettiği ve kadınlar konusunda bu sürece yönelik düzenlemeler (kendi içinde faydalı olanlar da var) devam ettiği müddetçe sorunumuz halledilmiş olmayacaktır. Zira batıda da kadın mutlu ve kadınlarımızın örnek alması gereken bir durumda değildir. Bu açıdan batı dünyası da İslam’a direnmemeli ve İslami değerlerle dönmelidir.
CB:” Kadınların istihdamdaki yerini arttırdığımız kadınların bugün hayatın her alanında geçmişle mukayese edilemeyecek bir yere sahip olduğunuifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Kadınlarımızın aile hayatından da taviz vermeden çalışmaya devam edebilmelerini sağlayan düzenlemeler yaptık" şeklinde konuştu.
2018-2023 dönemini kapsayan kadının güçlenmesi eylem planının nasıl uygulanacağını göreceğiz ancak neden, ev hanımı olan, evinin işlerini yapan, çocuklarını yetiştiren kadına yönelik bir düzenleme yok? Neden tüm planlar kadının dışarıya çıkarılması ve çalıştırılması esası üzerine kurulu? gibi sorular sormaya da devam edeceğiz.
Kapitalist ve Neoliberalist sistemlerde kadının köle olması bir yana; köle olduğunun farkında olmaması da ayrı bir garabet.
Evet, sonuç olarak kadınlar öldürülürken, yetkililer, akademik kuruluşlar ve üniversiteler kadın istihdamından bahsetmekte bu yönde projeler sunmaktalar.
2018’in, sadece Ocak ve Şubat aylarında öldürülen kadın sayısı yetmiş beş. Bu, ciddi bir rakam.
8 Mart, çiçeklerle, halaylarla değil; Kapitalizmle mücadele bilincini uyandırmakla, toplumsal dönüşüm projeleriyle, bu yaşam hakkı ihlalinin devam etmemesi için yapılacak köklü değişiklikleri gündemleştirmek ve çözüm yolları aramakla anlamlı hale gelebilir.
Kadına şiddet ve kadın cinayetlerini önlemek için elbette ki cezaların ciddi anlamda caydırıcı olması, toplumda üzerinde ittifak edilen önemli bir husus.
Çoğu zaman farkında olmadan kadına yönelik şiddetle ve kadın cinayetlerine ilişkin faaliyetlerde bulunurken veya bu noktada çeşitli düzenlemeler yaparken; erkek mağduriyeti oluşturduğumuzun farkında olamamaktayız. Bu konuları medyada magazinleştirilerek, abartılarak verilmesi, nafaka ile ilgili çeşitli düzenlemeler, ailenin hiyerarşik ve ekonomik yapısı/aile reisliğinin kaldırılması gibi.
Toplumdaki şiddet ile ilgili sorunları ve farklı sorunları; kadın, erkek, çocuk ve daha farklı sınıflamaları çoğaltarak ele almak yerine; şiddeti, cinayeti, iyi veya kötü olan herhangi bir fiili odak alarak ele almak ve bu doğrultuda çözümler üretmeye yönelmek daha sağlıklı olacaktır. Yani kadınların sorunları şeklinde çok mikro odaklanma yerine, bunu; insan hakları sorunu şeklinde veya şiddet sorunu şeklinde ele almamız mümkün.
Yine pozitif ayrımcılık da daha dengeli olmalı ve demin yukarıda belirttiğim gibi erkeklere yönelik baskılayıcı ve erkeği çıkmaza sokan, onu öfkelendiren ve kendisine hakim olamayacak duruma getirecek mekanizmalara dönüşmemesine özen göstetilmelidir. Bu bağlamdaki yasal boşluklar da giderilmelidir.
Erkeği fıtrat üzere yeniden kimliklendirirken; onların, gelenek ve modernlik veya sekülerlik arasındaki yanlış noktalarda durmalarını, yine onların küresel kapitalist ve liberal dayatmalara karşı bulunmaları gereken konumları ile onların, ailedeki/evle ilgili görev, sorumluluk ve işbirliği gibi faaliyetleri kapsayan rolleri noktasındaki değerlendirmeleri sağlıklı bir şekilde yeniden dizayn etmek gerekmektedir.
Toplumda şiddet de dahil, tüm bu konularda; özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, ciddi çalışmalar içerisinde olması, aile içi sorunların giderilmesine yönelik olarak, ailelerin başvuruda bulunarak yüz yüze görüşmeler yapabileceği mekanizmalar kurması, sık sık medya aracılığı ile veya camilerde bizzat halkın içinde, kürsüde bu yönde aydınlatıcı, uyarıcı, yol gösterici çözümleri gündeme getirmesi önemlidir.
Eğitim sistemi ve medya yapılanmalarımızın da ciddi değişiklere ihtiyacı olduğunu bu vesileyle belirtmekte yarar var.
Siyasilerin de bu konuları; siyasi kaygıların üzerinde tutarak, insani açıdan olaya yaklaşması önem arz eder.
Bu konuda İslam'ı, İslami kesimi suçlamak da anlamsızdır zira; eşine şiddet uygulayan ve onu katleden kişi bunu; İslami hassasiyetinden ya daİslam'ın emirlerini yerine getirmek için yapmamaktadır. İslam'ın da zaten böyle emirleri de yoktur. Tam tersine, bunların bir nedeni İslam'dan uzaklaşılmış olmasıdır.
Diğer bir husus ise, benzemeye çalıştığımız batı toplumlarında da kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri ve tecavüzlerin az olmadığı gerçeğidir. Belki kimi yerlerde kadın cinayetleri sayısı bizden az olsa da; diğer hususların çoğunda daha kötü durumdadırlar.
Neticede nerede olursa olsun, az ya da çok olsun; bu yara hepimizin yarası. Hepimiz sorumluyuz ve her birimizin yapabileceği ne varsa yapmak zorundayız.
Özellikle kadına şiddet ve kadın cinayetlerinin en önemli nedenlerinin tespiti oldukça önemlidir. Sosyologlar, psikologlar ve imamlar da çözüm de rol almalıdır.
Toplumda insanlar daha iletişim halindeyken, bu tarz sorunlar büyümeden; ya komşu, ya aileden biri hatta halden anlayan dost ve yakınlar, müdahale eder; sorunun büyümesine izin verilmezdi. Dolayısıyla iletişimsizlik ve duyarsızlık da konuyla ilgilidir.
"Eğer karı-kocanın arasının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah da onları uzlaştırır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdardır."/Nisa:35
Kadın evine dönmelidir, kalesine, limanına dönmelidir; rolüne, statüsüne dönmelidir. Kadının en önemli rolü evindeki rolüdür, ancak kadını toplumdan da koparamayız.
“…Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah'ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah'ın emriyle helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır…”/Veda Hutbesi
Tüm kadınların gerçek anlamda haklarına kavuşacakları bir gelecek dileklerimle.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum