Meşhur sözdür: “Dünya süslenmiş, bezekli güzel bir gelin gibi herkese gülmüş ama hiç kimseyle evlenmemiştir. “ Dünya kimseye yar olmaz. Mezarlıklar dünyaya bağlanan ve ondan kapmak istemeyenlerle doludur. Bediüzzaman’ın tabiriyle bu dünya ebedî kalmak için yaratılmış bir menzil değildir. Bir misafirhanedir.
Yüce Allah kudretini ve sanatını göstermek ve insanları ebedi güzelliklerle donattığı cennetine teşvik etmek amacıyla yeryüzünü cennet gibi yaratmış, ebedî cennette özendirecek nimetlerle donatmıştır. Ancak insanların dünyaya dalmaması ve ona fazla güvenmemesi hikmetiyle de nimetlerin her birini bir şekilde kısıtladığı gibi istenmeyen, üzücü ve keyif kaçırıcı unsurlarla da perdelemiştir.
Yine bu hikmete binaen Allah, bütün nimetleri bir arada vermiyor.
Havası güzel coğrafyası güzel suları bol memleketlerde seller, heyelanlar, depremler ve diğer doğal afetlerin keyifleri kaçırdığı bir gerçektir. Bu doğal afetlerin olmadığı rahatlık ve sükûnetin olduğu memleketlerde ise ya toz fırtınaları kırıp geçiriyor veya sıcak hava kavuruyor. Yine herkesin gıpta ile baktığı orada bulunmak istediği cennet gibi bazı memleketler vardır ki aniden faaliyete geçen bir yanardağ o güzellikten eser bırakmıyor. Lavlar, patlamalar ve küller altında korku ve endişe hüküm sürmeye başlıyor.
Mülk suresinde “Gökte olanın sizi yerin dibine batırmayacağından emin misiniz? Bir de bakarsınız yeryüzü altüst olmuş! Yoksa gökte olanın üzerinize taş yağdıran (bir fırtına) göndermeyeceğinden emin misiniz? Uyarımın nasıl (ne demek) olduğunu o zaman bileceksiniz!” (Mülk, 16-17.) buyuruyor. Yani Allah'ı unutup dünyaya bel bağlanmaması yönünde uyarıyor. Her an başınıza üzücü bir iş getirebilecek, sevincinizi kursağınızda bırakacak dünyaya dalıp da nasıl keyif edebiliyorsunuz; bunu sizden def edecek bir gücünüz de olmadığı halde neyinize güveniyorsunuz, diyor.
İnsanlar sadece birbirlerinin keyifli ve güzel hallerini görürler sıkıntılı kederli hallerini görmezler. "Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür." atasözü bu duruma dikkat çekmektedir. Oysa herkesin kendine yetecek bir sıkıntısı vardır. Cenab-ı Hak, hiç kimseyi tamamen sıkıntısız, dertsiz bırakmıyor ki, fani dünyaya aldanmasın, misafir olduğunu unutmasın, gideceği ebedi memleketine hazırlığını yapadursun.
Her gün yaşanan sıkıntılar ölümler hastalıklar çaresi bulunmayan afetler salgınlar dünyanın en sevimsiz yüzünü gösterdiği halde insan arsızlığı yüzünden bu yüzü görmezden geliyor keyfini sürdürmeye devam ediyor. Dünyayı Yaratanın isteğine aykırı bir tarzda dünyaya dalmak insanın temel gayreti arasından çıkmamaktadır.
İnsanın bu arsızlığı, dünyaya çok düşkün olmasından kaynaklanıyor. Hüznü, iticiliği, musibet ve hastalıkları, hülasa istenmeyen durumları cezp edici yönlerinden daha çok olduğu halde, insanın her biri “fanilikle” damgalanmış güzellikleri uğruna yine de keyif çatması, bir türlü dünyadan kopmaması insanın bu akılalmaz yönünü açıkça göstermektedir. Elbette insanın dünyaya düşkünlüğü gelip geçici de olsa güzellikleri ve nimetleri içindir. Aklını başına alıp bu fanilere bu derce düşkünlük varken, ebedi güzelliklere kim bilir nasıl bir bağlılık olacağını bir derece düşünebilir ve dikkat nazarını keşmekeşlerle dolu bu fani dünyadan kaldırıp ebedi âleme çevirebilir. O zaman dünyadaki sıkıntıları da hafifleyecektir. Çünkü mutluluk verici bir hedef için yapılan çalışma ve verilen emeklerdeki yorucu sıkıntılar, o hedefin kesinliği karşısında mutluluğa dönüşür. Annelerin, çocukları için çektikleri yorucu çabalardan sıkılmayıp mutluluk duydukları, babaların evladına rahat bir gelecek hazırlamak için katlandıkları çilelerin kendilerine sıkıntı değil, mutluluk verdiği bir gerçektir. Bu nedenle ahirete kesin bir yakin ile inanan kâmil insanlar, ebedi mutluluğa erişmek uğruna dünyanın acılarına ve sıkıntılarına da değer vermemişlerdir. Bediüzzamanın ifadesiyle, kâmil insanlar, fakr ile fahretmişler, (Allah’a muhtaç oluşlarıyla övünmüşler) aczi ve fakrı kendilerine şefaatçı yapmışlar. (Yedinci Söz)
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum