İnsanları,hayra ve iyiliğe çağırmayı kendilerine şiar edinen Selefi Salihin; Efendimizin vefatından sonra, O’dan (s.a.v) devraldıkları ilim ve irfan mirasını, elden ele devir teslim etmek adına, diyar, diyar, memleket memleket gezmiş ve bu kutlu görevi hakkıyla ifa eden; en hayırlı kuşaktır!... Onlar İslam için, hayatlarını ve mallarını feda etmekten çekinmeyen; gerektiği zaman da ALLAH davası için yurtlarını ve servetlerini geride bırakıp, Resulullah (s.a.v) ile birlikte hicret eden Ümmet’in yıldızlarıdır… Zaten öyle buyurmuştu Efendiler efendisi(s.a.v): “Ashabım gökteki yıldızlar gibidir, onların hangisine tabi olursanız hidayet bulursunuz.”
Evet,o hayırlı kuşak şu anda,belki hayatta değiller ve biz onları görmedik, bu doğru.Fakat Allah’ın Kitabı Kur’an ve O’nun Resul’ünün Sünneti mevcut olarak elimizde… İşte O’nun (s.a.v) Ümmeti olarak biz; insanları bu iki emanete davet ettiğimiz müddetçe hak yolda olur ve Hakkın rızasını kazanmayı umabiliriz;zaten veda hutbesinin en önemli mesajlarından birisi de bu değil miydi?. Çünkü bu iki eşsiz emanete insanları çağırmak, onların hidayetine vesile olmak; dünya ve ahiret saadetinin vazgeçilmez prensibidir.
Yüce Rabbimiz Al-i İmran suresinin 104’ncüayeti kerimesinde: “Sizden, hayra çağıran ve iyiliği emredip kötülükten nehy eden bir topluluk (ümmet) bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”Buyurarak, bize; İslam’a davet etmeyi, emri bil maruf ve Nehyi enilmünkeri yaygın hale getirmeyi emrediyor. Bu emir, yani bu Ümmetin içerisinde; sürekli bu davet işini yürüten bir zümrenin olması emridir. Şayet Ümmet toptan bu davet vazifesini terk ederse; toptan günahkâr konumuna düşer. Bilinen gerçektir ki, günümüzde bu kutlu vazifeyi yapmaya çalışan samimi Müslümanlara; bazı çevrelerin takoz oldukları görülmektedir. İki dünya saadetinin, iyiliğin hâkim; kötülüğün mahkûm olduğuna bağlı olduğunu, hiçbir zaman ve asla unutulmamalıdır…
Ebu Hüreyre ’nin (r.a) rivayetiyle Efendimiz (s.a.v): “Başkalarını doğruluğa çağıran kimseye kendisine uyanların sevabı gibi sevap verilir. Bununla beraber onların sevabından da hiçbir şey eksilmez. Sapıklığa çağıran kimseye de ona uyanların günahı gibi günah verilir. Bununla beraber ona uyanların günahlarından hiçbir şey eksilmez.” (Hadisi Müslim rivayet etmiştir) buyurmakla; iyiliğe davet etmenin, ne kadar mühim bir mesele olduğunu, Ümmetine bildirmiştir…
Şimdi yukarıdaki ayet ve hadisten çıkaracağımız dersler: “İnsanları hayra çağıran, iyiliği yayan, kötülüğü defetmeye çalışan; Hakkın emirlerinden başka gaye ve düşünceleri olmayanların yanında yer alınmalı ve onlar yalnız bırakılmamalıdırlar. İkincisi, insanları dalalete, izmlere, ideolojik saplantılara, Modernizm’in kuruntu ve felsefi fikirlere davet eden her kim olurlarsa olsunlar; onlardan kaçınmalı, yollarına uyulmamalı, fikirlerine kanmamalı ve genç nesiller onların fitne ve tuzaklarından uzak tutulmalıdır…
Üç günlük imtihan dünyasının, debdebe ve ihtişamlı görüntüsüne, gürültüsüne; şaşalı ve şamatalı zevklerinin peşinden koşanlardan uzak durulmadığı müddetçe; onların fitne ve tuzaklarına düşülür ki, bu insanı Esfel-i Safiline götürür. Öyleyse, insanları hayra çağıran ve iyilikte yarışanlar olmalıyız ki; dünyadaki tüm insanlık da bizimle birlikte mamur ve mesut olabilsin! Çünkü, Müslüman; “kardeşleri ağlarken gülmeyen, insanlık küfrün bataklığında can çekişirken rahat uyumayan ve huzuru kaçan model insan demektir...
Yaşadığımız yirmi birinci asır; ideolojilerin ve İzmlerin dünyayı bir açık hava savaş alanına çevirdikleri bir asırdır. İnsan kanının bir metelikten daha ucuz olduğu, küfre ve dalalete çağıran sapık öncülerin cirit attıkları bir zaman diliminde yaşamaktayız. Çocuk bedenlerinin kıyıya vurduğu, Müslümanların evleriyle birlikte, kâfirler tarafından yakıldığı; buna karşın Ümmet bilincinin kaybolduğu ve Müslümanların birbirlerinden kopuk yaşadığı, çok hassas bir süreçten geçmekteyiz.
Şayet Selefi Salihin’den sonra gelen Müslüman kuşaklar; dünyaya dalmamış ve kâfirlerin ayak oyunlarına kanmamış olsalar, ve insanları hayra ve iyiliğe çağırma daveti vazifesini arkalarına atmayıp; Kur’an ve Sünnet yolunda yürümeye devam etmiş olsalardı, bu gün İslam aleminin durumu daha farklı olabilirdi!... Fakat ne yazık ki, bu gün Müslüman çocuklarının büyük bir kısmı; kimi Kapitalist, kimi Komünist, kimi Sosyalist ve kimisi de bilmem neist olup, küfrün ve şeytanın birer zebunu olma felaketiyle karşı karşıyadırlar. Hal böyle olunca da, Ümmet’in mahremine her yerde saldırı ve tecavüzler baş göstermiş; yetim İslam coğrafyası, çapulcu müstevli güçler tarafından sömürülmekte, devreye koyduğu fitne bezirgânları olan ajanları vasıtasıyla, dünyayı kan ve gözyaşı gölüne çevirmişlerdir… Çünkü Ümmet, bu ateşten olan gömleği; Kur’an ve Sünnet yolundan sapıp, batıl batının yolunsa salık vermekle kendisi tercih etmiş bulunmaktadır, el-an!… Ve bu gün, Ümmet; çoğalmakta olan hizipbaş insanlarının peşlerinden koşmakla, gerçek manadaki hayırda yarış ve insanları hayra davet vazifesinden mahrum kalmışlardır… Kur’an ve Sünnet yolunda, hayırda yarışanlar olmamız temennisiyle.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum