Yeryüzünü, adeta bir nimetler deposu haline getirip ve insanoğlu ’nun istifadesine sunan yüce Allah; buna karşılık, insanlardan sadece samimi bir kulluk ve itaat istemektedir. Nizam-ı Âlem’i ve Ekolojik dengeyi bozmamaları, küfran-ı nimet etmemeleri, yeryüzünde fitne çıkarmamaları ve nimetin bolluğundan sonra; taşkınlık etmemeleri için, peyderpey “uyarıcılar (peygamberler) ve ilahi kanunlar (kitaplar) göndermiştir!
İnsanoğlu, nisyanile malul olduğundan dolayı, nimetin bolluğu ve iktidar gücünü elline geçirdikten sonra; tarihin her devresinde, erdemlik ve insaniyetadına ne kadar güzel haslet varsa, hepsini bir çırpıda arkasına atıp isyana ve tuğyana teşebbüs edebilen tek varlıktır… Hayvanlar âlemine bakıldığında, onlar arasında kusursuz bir ahengin, düzenli bir dengenin var olduğu gerçeği görülmektedir… Mesela bir Aslan, avlanırken saldırdığı hayvanların tümünü öldürmez. İhtiyacı olan bir tanesini öldürür, var olan arkadaşlarıyla birlikte o avı yârler ve acıkmayıncaya kadar da; bir daha avlanmazlar. (Doyumsuz birkaç hayvanın dışında kural böyle işlemektedir)
Bu bir açıdan, asalet ve kanaatkârlıkkarakterini resmederken; öbür yandan, kendi dünyalarında geçerli olan kanunlara teslimiyetlerinin de bir göstergesi olduğunu yansıtmaktadırlar! Ama insan, o böyle değildir. Zira insan kadar, doyumsuz, kanaatsiz, gözü aç, sınır tanımaz; fitne ve taşkınlıkta ileri gidip haddi aşan başka bir varlık gösterilebilir mi bilmiyorum?!... Yüce Allah, Kur’an’ı Kerim’in birçok yerinde; bize İsrailoğullarından haber vermektedir. Peki, onların yaşamış oldukları dönemin şartlarından, yapmaları veya yapmamaları lazım gelen birçok şeyden mesul olmadığımız halde; Yüce Allah, neden özellikle İsrailoğullarından bize haber vermektedir diye düşünmek gerekmez mi? Veya bu incelikten, kendimiz için ne kadar ders çıkarmaktayız acaba?
Ve hatırlayın: “Siz: “Ey Musa! Tek yemeğe dayanamıyoruz. Allah’a dua et de, bizim için yerden sebze, buğday, sarımsak, soğan, mercimek gibi yiyecekleri çıkarsın.” Demiştiniz. Musa da: “Üstün olanları daha aşağı şeyler mi değiştirmek istiyorsunuz? Öyle ise bir şehirde konaklayın. Orada istediğinizi bulursunuz” demişti. Sonunda onlara zillet ve meskenet musallat oldu ve onlar Allah’ın gazabına uğradılar. Ve yine bu, onların itaatsizlik etmeleri ve her vesileyle şeriat sınırlarını aşmak için can atmalarının sonucuydu.” (Bakara/61) Evet, bu umuma şamil olarak; Allah’ın verdiğine razı olmamak, iyi olan şeyleri aşağı olan şeylerle değiştirmek, kelimeleri asıl manasından kaydırmada madrabazlık edip taşkınlığa yeltenmek; Allah’ın yasalarını çiğneyip fitne, fesat ve taşkınlık kapılarını açmaktan başka bir şey değildi/değildir!
Şimdi yukarıdaki ayetin sadece mealine baktığımızda bile, “İsrailoğulları ve onların şahsında; konuya muhatap olanher dönemde insanların, “buldukça yenisini istemesi, verildikçe doymaması, doydukça da taşkınlık edip gazaba uğradıklarıgörülmektedir/görmekteyiz! Evet, “Üstün olanları daha aşağı şeyler mi değiştirmek istiyorsunuz?” hitabından; İsrail oğullarının, kendilerine ikram edilmiş olan kudret helvası ve bıldırcın eti nimetinin bolluğuna şükretmek yerine, “soğan ve sarımsak gibi sebzelerin pazarlığına girişmelerinden dolayı ilahi gazabı hak ettiklerini görmekteyiz.
Gelelim günümüzün modern ve hasta olan asrın insanlarına! Günümüzde insanların çoğunun, istisnasız olarak; bidayetteki perişanlıkla geçenyıllarını unutup ve mevcut varsıllık durumlarından vazife çıkarmaya girişmeleriyle, aslında nasıl bir çıkmazın içinde seyrettiklerinden habersiz olduklarını unutmaları, insanın nankörlükte geldiği durumu gözler önüne sermektedir. Mesela geçenlerde bir yerde misafirken, cemaatte bulunanların kendi aralarında iyi ve iyi olmayan şeylerden konuşurlarken, birden söz döndü dolaştı hazır tavuk etlerininyenip yenilmeyeceği konusuna geldiğini şahit olduk. İçlerinden birisinin: “Ya kardeşim şimdiki gıdalar hepsi hormonlu oldukları için hiçbir şeyin tadı kokusu yoktur derken; başka birisinin ise: yav hazır tavuk eti de yenir mi kardeşim gibi sınırı aşansözler sarf edince, konuya müdahil olmaya mecbur kaldık.
Onlaradedim ki bak kardeşler iyi dinleyin ve Allah’ın nimetlerine karşı gelmekten Allah’tan korkun. Gelin hepimiz bir anlığına gözlerimizi kapatıp ve yirmi yıl geriye gidelim; sonra o zaman içinde bulunduğumuz maddi durumumuzu biraz müşahede edip ve gözlerimizinönüne getirelim,ve o günkü durumumuzla karşılaştırıp biraz kendimizle hemhal olalım diye onlara ikazda bulunduktan,ve onlara: o günlerdehanginiz/hangimiz kasaplardan tavuk kırıntılarını ve kelle etlerini alıp yemedik ki diye hatırlatmayıda yapınca, hepsinin birden başlarını öne eğip, evet dediklerini gördüm. İşte hangi insan topluluğu olursa olsun, ister Müslüman ister gayri Müslim olsun hiç fark etmez; kim ki nimetin bolluğunu gördükten sonra azgınlık ve taşkınlık ederse; onların akıbetinin, yukarıdaki ayette zikredilen İsrailoğullarının nankörlükten dolayı, uğradıkları akıbetin aynısına uğramamaları için her hangi bir sebep kalır m?! Evet, fitne ve taşkınlık; bazen çok küçük bir kıvılcımla başlayıp yayılan ateşin durumuna benzer. Ateşin küçük bir kıvılcımı nasıl ki, kocaman ormanların yok olup küle dönmesine sebep oluyorsa; fitne ve taşkınlıkta aynen öyle, önce önemsenmeyen küçük görülen şeylerden başlar, sonra büyür, büyür ve insanın ebedi hayatına mal olur… Onun için, Kur’an: “Fitne katilden daha büyüktür” diye bizi ikaz ederkenaslında; fitneye gibi kötü olan şeylere giden tüm yolları kapalı tutmamız gerektiğinive taşkınlık gibi şeylerden de sakınmamız konusunda bizi uyarmaktadır!... Kalın sağlıcakla
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum