Geçen gün bir dost meclisinde sohbet sırasında söz, abdestsiz olarak mushafa dokunulamayacağı konusuna geldi. Bir soru üzerine Kur’anın yüksek değeri ve kutsiyeti nedeniyle yazıldığı mushafın da değer kazandığını ve hürmete layık olduğunu, abdestli olmak ise hürmetin bir parçası olduğunu söyledim. Sonra “Tur’a ve inceltilmiş, işlenmiş deriye satır satır yazılmış kitaba yemin olsun ki..” (Tur, 1-3) ayetlerinde Kur’an’ın yazıldığı deri ve yazı malzemesini de dikkate değer bulduğu açıkça anlaşılmaktadır. O halde “Lâ yemessuhu ille’l-mutahherûn: Ona (Kur’an’a) temizlenmiş olanlardan başkası dokunamaz, el süremez” (Vakıa, 79) ayetinde de buyrulduğu üzere, abdestin de bir temizlik olması itibariyle mushafa abdestsiz el sürülemeyeceğini anlattım. Ayrıca hadislerde de bu ayetteki “mutahherûn” kavramının abdest ile açıklandığını, bu nedenle bütün ehl-i sünnet mezheplerinin (Şafiî, Hanefî, Maliî ve Hanbelî) Kur’an’a abdestsiz el sürülemeyeceği konusunda ittifak ettiklerini söyledim.
Orada bulunan bir arkadaşımızın yakını buna itiraz etti, ayette geçen “mutahherûn” kavramının abdest anlamında olmadığını, Kur’an’a dokunmak için abdestin şart olmadığını, söyledi. Bu konudaki hadislerin de uydurma olduğunu ifade etti. Bu arkadaşın, Hadisleri inkâr eden ve Kur’an’ın dili olan Arapçayı bilmeyen ancak Türkçe çevirilerden hüküm çıkaran sapkın bir gurubun etkisinde kaldığı anladım.
Evet, İslam’ı tahrif etme projesinin bir parçası olan bu sapkın hareket, öteden beri bir çıban gibi İslam ümmeti içinde yayılmaya çalışmaktadır. “Kur’an’dan başka dinin delili olmaz.” iddiasıyla hadisleri inkâr ederek güya Kur’an’ı ön plana çıkarıyorlar. Oysa hadisleri inkâr, zorunlu olarak Kur’an’ı da inkâr etmeyi sonuç verir. Çünkü Kur’an’ın “Kur’an” olduğu hadisle sabittir. Zira Kur’an, yalnızca Muhammed (ASV)’a nazil olmuştur. Bütün ümmet, Kur’an’ı O’ndan öğrenmiştir. Ayrıca Kur’an’ı açıklama görevinin de Peygamber (ASV)’a verildiği ayetlerle sabittir. Bu itibarla, Hz. Peygamberi (ASV) sıradanlaştırmak ve hadislerini inkâr etmek, dini tahrif etmek için oluşturulmuş şeytani sapkın düşüncenin ilk aşamasıdır. Diğer aşaması da Kur’an’ı inkârdır.
İtiraz eden o arkadaşa bazı sorular sorarak ikna etmeye çalıştım. Dedim ki: Bu ayet Kur’an’a ancak temizlenenlerin dokunabileceğini söylüyor, öyle mi?” “evet,” dedi. “Pekâlâ, dedim, ayette belli ve özel bir temizlik değil, genel bir temizlikten söz ediyor. İslam’da temizlik iki çeşittir; biri necasetten taharet, diğeri hadesten taharet değil mi? Yani iki tür pislik vardır; biri maddi olan necaset, diğeri manevi olan hadestir. Temizlik bu her iki psliği gidermekle mümkündür. Genel olarak söylenen “temizlik” ifadesi, bu her iki çeşidi de kapsamıyor mu?” “Evet” dedi. Yine sordum: “Peki, abdestsizlik bir hades değil midir? Ayette genel söylenen “temizleneneler” ifadesi bir hades olan “abdestsizliği gidermeyi” yani abdest almayı da kapsamış olmuyor mu?” Bu soruya cevap veremedi.
Bu kez, hadisleri inkâr etmenin Kur’an’ı da inkâr olduğunu anlattım. “Hayır, yanlışsınız, öyle değil!” dedi. Yine sordum: “Kur’an’ın Kur’an olduğunu siz kimden öğrendiniz, Muhammed (ASV)’dan başkasına da nazil oldu mu? Kur’an ayetlerini Tek tek okuyan, öğreten ve vahiy katiplerine yazdıran Muhammed (ASV)’dan başka kimse var mı? Cebrail (AS)’ı gören ondan ayetleri vahiyle alan başkaları var mı?” “Hayır, yoktur” dedi. O halde Kur’an, hadisle sabit değil midir? Hadis-i inkâr eden, Kur’an’ı da inkâr etmiş olmuyor mu?” dedim. Yine cevap veremedi.
Sonra şöyle dedim: “(O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.” (Nahl, 44.) ayetinden de açıkça anlaşıldığı gibi, Peygamber (ASV) Kur’an’ı tebliğ etme göreviyle birlikte “tebyin: açıklamak”la da görevlendirilmiştir. Namazın nasıl kılınacağı, zekâtın hangi mallardan nasıl verileceği, teyemmümün nasıl alınacağı gibi birçok önemli hususu ancak hadislerinden öğrenmekteyiz. Hadisleri inkâr edenler bile eğer ibadet ediyorlarsa bu hadislere uyuyorlar.
Arkadaşa sordum: “Siz her vakit namazın rekâtlarını hangi ayete göre tesbit ediyorsunuz? Namazların kılınış şekillerini ve rekâtlarını neye göre belirliyorsunuz?” Bu sorulara da cevap vermedi. Bunun üzerine dedim ki:
Akılınızı başınıza alın, hadisleri inkâr eden sapkın guruptan uzak durun. On dört asırdır sapasağlam duran muhkem İslam kalesinde gedik açmaya çalışanlarla birlikte olmayın. Bu kaleyi yıkmak için gedik açmaya çalışanların uğraşı da beyhudedir. Bu tür sapkınlıklara düşmemek ve Allah’ın gazabına uğrayanlardan olmamak için her vakit namazda ve her gün çeşitli vesilelerle okuduğumuz Fatiha suresinin: “Bizi dosdoğru olan yola, kendilerine nimet verdiklerinin yolu hidayet et, gazap edilenlerin ve sapkınların yoluna değil.” ayetlerinde zamanımızdaki sapkınlara da işaret edilmiştir.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum