1-Dünyada,eşyaya hayata, olay ve hadiselere tek pencereden bakan insan; hiçbir zaman eşyanın ve hakikatin gerçeğine vakıf olamaz. Kendi düşüncelerinden gayri düşünce, kendi fikirlerinden başka fikirlere tahammül gösteremeyenler; inandığı değerler hak olsa da; davasına asla adam kazandıramazlar, hatta kaybettirirler belki. Çünkü, farklı renklerin, farklı inançların ve farklı yaşamların var olduğu bir dünyada yaşamakta olduğumuzun farkında olmalı ve insanlara da, nabızlarına ve kültür seviyelerine göre yaklaşmaya çalışmalıya. Bundan dolayı, öncelikli olarak; inançlarıbizden farklı olan insanlara hakikati sunmaya çalışırken, o insanların psikolojik,sosyolojik ve ekonomik durumlarını göz önünde bulundurarak hareket etmeliyiz ki, sunulan mesajın etkisi olabilsin.
2-Aksi halde, herkes yanlışının doğru olduğunda ısrar ederse, dünya hayatı ve yaşam alanları; adeta bir curcunaya dönüşür ki, günümüzde olduğu gibi. Hal böyle olunca da,Hak tarafında olup da hakkı tavsiye etmeye çalışanlar mesafe kat edemeyecekleri gibi; batıl ve yanlışta ısrar edenler ise, inat ve tahammülsüzlüklerinden dolayı, hidayet nimetini kaçırıp kaybedebilirler Günümüzde hala kabileciliğin, ırkçılığın, ulusçuluğun ve çatışır durumdaki ideolojik hareketlerin varlıkve tırmanış gösterip, rağbet görmeleri; ilkel cahiliye düşüncesinin hala bitmediğinin göstergesinden başka bir şey değildir?. İsim ve değerlendirmeler farklılık arz etse de, aslında; insanlarda tevhidi teslimiyet oluşmadığı müddetçe, cahiliyeden nemalanan fikir ve düşünceler, dün olduğu gibi, bu gün de yarın da, insanlar ve toplumlar arasında rağbet görecek, müzakere konusu olacak ve bir kısım insanlar tarafından da hararetle savunulup benimsenecektir.
3-Oysa cehaletin ve gafletin köhne girdabından kurtulabilmek, dar sınırlardan ve dar kalıplardan kurutulup; İslam’ın evrensel ve cihanşümul hükümleri etrafında ihlaslı bir şekilde birleşmekle mümkün olacaktır. “Bilge Kral Aliya Izzetbegoviç (ruhu şad olsun) mevcudhali ne güzel de özetlemiştir: “Kabile ve ulusun dar sınırlarından kurtulmak için kendinizi Müslüman olarak düşünmeye başlayın. İnsanları terbiye etmek zordur, ancak kendi kendini terbiye etmek daha zordur. Din hurafeleri yok etmezse, hurafeler dini yok eder.” Az ve öz olarak, her şey bundan ibarettir aslında! Müslüman inandığı değerler konusunda samimi ve azimli olacak ki, diğer farklı inançlara sahip olan insanlara güven verebilsin…
4-Savunduğumuz değerlere, önce kendimiz tam inanacağız ki, diğer insanlar da biziemin belleyip inansınlar. İnsanları her türlü bozuk inanış ve davranış biçimlerine karşı uyarabilmek için; kendimiz,sağlıklı bilgi konusunda birikim ve donanım sahibi olmalıyız ki, diğer insanlar söylediklerimize kani olup ikna olabilsinler. Tabi ki sadakat, dürüstlük, sabırve samimiyetle, insanlaradaveti sunarken karşılığında hiçbir şey talep etmeden; her türlü istismar ve su-i isti’malden kaçınmakla ihlaslı olmak zorundayız… Günümüzde, Müslüman halklar arasında bitmek tükenmek bilmeyen savaşların çoğunun; hala ulus ve kabileciliğin dar sınırları doğrultusunda ve ihlastan mahrum yapıldığını söylemek mümkündür. Peki, neden? Çünkü,hakikatin evrensel değerleri etrafından birleşmeyen ve sağlıklı düşünmeyen insanlar, toplumlar ve devletler; istikbale dair her türlü geleceği inşa etme şanslarını peşinen kaybetmişlerdir demektir…
5-Önce kendin inanacak ve düzeleceksin, sonra mesajı insanlara götüreceksin. Enteresandır, Japonyalı genç bir kız, halkı Müslüman olan bir devlette Müslüman olur. Müslüman olması onda, Kur’an öğrenmemerakını oluşturur. Derken araştırıp soruşturur, yakın bir Kur’an kursunun olduğunu öğrenir. Kur’an kursundan içeri girdiğinde, gördüğü manzara onu şaşırtır. Çünkü içerde altmışlık yetmişlik nineler de Kur’an öğrenmeye gelmişlerdi!...Ne ala değil mi? Fakatyeni Müslüman olan Japon kız kendini tutamayıp; onlara siz de yeni mi Müslüman oldunuz diyezafiyetlerini kendilerine hatırlatır adeta.
6-Evet, acı ve mübalağalı görünse de; işin hakikati budur. Müslümanlar olarak, dini kaynağından öğrenmeye gayret etmediğimizden dolayı; ortaya bir sürü âlim müsveddesi sahtekârve hurafeci boş buldukları meydana çıkıp, insanları içi boş, bidat ve hurafelerle dolu bir din anlayışıyla kandırıp yoldan çıkarmaya çalıştılar… İnsanları dar düşünmeye alıştırdılar, bir kısım şahıslara bağımlı hale getirdiler, iradesiz ve melekesi olmayan birer uydu haline getirdiler. Evet, insanları ve toplumu başta dar ufuklu düşünce sahiplerindenve istismarcı çevrelerden, dindar göründükleri halde “dinidar” olanlardan kurtarmak lazımdır!...
7-Yoksa bir kısım insanlar eskiden olduğu gibi, bidat ve hurafeleri İslam’ın emirlerinin önüne koymada ısrarcı olmaya devam ederler. Hâlbuki her Müslüman yaptığı işin,meşru ve ihlas dairesinde olmasından sorumlu olduğunu bilmelidir. Adamın İşi yanlış, ihlası olsa da olmaz. İşi doğru, ama ihlas yok; yine olmaz. Demek ki, yapılacak iş hem doğru hem de ihlas ile yapılmalıdır… “Fudayl İbn-i İyaz, “Allah hanginiz daha güzel amel yapacaksınız diye sizi deneyden geçirmek için, hayatı ve ölümü yarattı.” Ayetini açıklarken “yani en ihlaslı ve doğru ameli” dedi. Bu sözlerini işiten arkadaşları, “Ya Ebu İyaz, en ihlaslı ve doğru amel derken neyi kastediyorsunuz?” deyince sözlerini şöyle açıkladı; “Yapılan amel eğer ihlaslı olur, fakat doğru olmaz ise kabul edilmez. Buna karşılık eğer amel doğru olur, fakat ihlas olmaz ise yine kabul edilmez. Yapılacak amelin kabul edilmesi için, hem ihlaslı ve hem de doğru yapılmış olması gerekir.” (İmam İbn-i Teymiyye Sırat-ı Müstakim. Sh: 597)Selam ve dua ile. 21 Şubat 2019.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum