Muhterem Kardeşlerim…
Dini konuları işinin ehli olup meslek edinenlerin, yani Diyanet İşleri Başkanı, Diyanetin üst düzey görevlileri, Müftüler ve onların aracılığıyla da olsa Cami İmam Hatipleri kaynakları ile her Cuma Gecesi ve Cuma Günlerinde her televizyonda, her gazetede, her camide ve mescitlerde anlatmalı. Tabi öncelikle Diyanet kendi bünyesindeki varsa bozuk adamları uzaklaştırmalı, ülke genelindeki Cami İmam Hatiplerine gönderdikleri matbu Cuma Hutbelerini yeniden gözden geçirmeli öyle ilgililere gönderip vatandaşlara anlattırmalıdırlar. Hatta televizyonlara çıkarak konuşan Hocaları da kontrol etmeli, takibe almalı ve yanlışlarında hemen uyarmalı.
Efendim;
Dinimizi öğrenmek farz olduğu için, bizde elimizden geldiğince Hocalarımızdan, Hocamızın kitaplarından, ehlisünnet âlimlerinin kitaplarından faydalanarak 4 - 5 yaşından itibaren kendimizi yetiştirmeye çalıştık ve halende öğrenmeye devam ediyoruz.
Efendim;
Müslüman, Resulullah’ı Allah’ın emri olduğu için sever. Biz, Allahü Teâlâ’yı sevdiğimiz için, Resulünü seviyoruz. Her Müslüman, Peygamber efendimizin güzellik ve üstünlüklerini ilmi, ihlâsı ve O’na olan sevgisi kadar derece derece görmekte ve anlayabilmektedir.
Peygamber efendimize vâris olan yüksek İslam âlimleri ise, O’nu bütün güzellikleriyle görmüş ve âşık olmuşlardır. Bunların en başında Ebu Bekr-i Sıddık gelmektedir. O, Resulullah efendimizdeki nübüvvet nurunu görmekte, Onun üstünlük, güzellik ve yüksekliklerini idrak ederek, Ona âşık olmakta öyle ileri gitmiştir ki, başka hiçbir kimse Ebu Bekr-i Sıddık hazretleri gibi olamamıştır. Bir keresinde, “Bütün iyiliklerimi, sizin bir sehvinize (yanılmanıza) değişirim” buyurmuştu.
Resulullah efendimizin güzelliğini en iyi görüp anlayan ve anlatanlardan biri de, müminlerin annesi Hazret-i Âişe idi. Âişe validemiz âlime, müctehide, akıllı, zeki ve edibe idi. Gayet belig ve fasih konuşurdu. Kur’an-ı Kerimin manalarını, helal ve haramları, Arap şiirlerini ve hesap ilmini çok iyi bilirdi.
Resulullah efendimizi öven şu iki beyti Âişe validemiz söylemiştir:
Ve lev semiû fî mısra evsâfe haddihi
Le mâ bezelû fî sevmi yûsufe min nakdin.
Levvâmî zelîhâ lev reeyne cebînehu
Le âserne bilkat'il kulûbi alel eydî.
“Eğer Mısır’dakiler, Peygamber efendimizin yanaklarının güzelliğini işitmiş olsalardı, güzelliği dillere destan olan Yusuf aleyhisselamın pazarlığında hiç para vermezlerdi. Bütün mallarını, onun yanaklarını görebilmek için saklarlardı. Zeliha’yı Yusuf aleyhisselama âşık oldu diyerek kötüleyen kadınlar Resulullah’ın parlak alnını görselerdi ellerinin yerine kalblerini keserlerdi de acısını duymazlardı.”
Yine Âişe validemiz buyuruyor ki:
“Bir gün Resulullah mübarek nalınlarının kayışlarını çakıyordu. Ben de iplik eğiriyordum. Mübarek yüzüne baktım. Parlak alnından ter damlıyordu. Ter damlası, her tarafa nur saçıyordu. Gözlerimi kamaştırıyordu. Şaşakaldım. Bana doğru bakıp; “Sana ne oldu ki böyle dalgın duruyorsun?” buyurdu. “Ya Resulallah! Mübarek yüzündeki nurların parlaklığına ve mübarek alnındaki ter tanelerinin saçtıkları ışıklara bakarak kendimden geçtim” dedim. Resulullah kalkıp yanıma geldi. Gözlerimin arasını (alnımı) öptü ve; “Ya Âişe! Allahü Teâlâ sana iyilikler versin! Beni sevindirdiğin gibi, seni sevindiremedim” buyurdu. Yani, senin beni sevindirmen, benim seni sevindirmemden çoktur, dedi.” Hazret-i Âişe’nin mübarek gözlerinin arasını öpmesi, Resulullah efendimizi severek, Onun cemalini anlayarak gördüğü için aferin ve takdir olmaktadır.
Resulullah efendimizin Kur’an-ı kerimde geçen isimlerinden biri de Yasin suresindeki Yasin kelimesidir. İslam âlimlerinin büyüklerinden olan Seyyid Abdülhakim-i Arvasi hazretleri; “Yasin, ey benim muhabbet deryamın dalgıcı olan habibim, demektir” buyurmuştur.
Bu deryanın ismini duyanlar, uzaktan görenler, yakınına gelenler, içine girip nasibi kadar derine inenlerin hepsi, ömürlerinin her safhasında Resulullah efendimizin aşkı ile yanıp tutuşmuşlar, yanık feryatlar, içli gözyaşları ve yakıcı mısralarla bu aşklarını dile getirmişlerdir. Bunların içinde en büyük ve meşhurlarından olan ve bu muhabbet deryasından büyük pay sahibi olan Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri de Sevgili Peygamberimize olan muhabbet ve aşkını dile getirdiği kasidelerinden birinde şöyle demektedir:
Server-i âlem, sana âşık olup da, yanarım!
Her nerede olsam, o güzel cemalin ararım.
Kâbe kavseyn tahtının sultanı sen, ben hiçim,
Misafirinim dersem saygısızlık sayarım.
Her şey cihanda senin şerefine bilirim,
Rahmetin yağsa bana her gün olur baharım.
Herkes Kâbe’yi tavaf için gelir Hicaz’a,
Sana kavuşmak için ben dağları aşarım.
Saadet tacına kavuştum ben rüyada.
Ayağın toprağı serpildi yüzüme sanarım.
Dostunu öven âşıkların bülbülü, ey Cami!
Divanında şu yazılar, oluyor, tercümanım.
Dili sarkmış, susuz kalmış, uyuz bir köpek gibi,
Senin ihsan denizinden bir damla arzularım.
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
“En büyük saadet, iki cihanın en üstün insanı olan Muhammed aleyhisselama tâbi olmaktır. Cehennem azabından kurtulmak için, Allahü Teâlâ’nın seçtiği sevdiği insanların reisine uymak gerekir. Cennet nimetlerine kavuşmak, Ona tâbi olanlara mahsustur. Allahü Teâlâ’nın sevgisine kavuşmak için, Ona tâbi olmak şarttır. Ona uymayanların tevbeleri, zühdleri, tevekkülleri ve duaları kabul olmaz. Onun yolunda olmayanların zikirleri, fikirleri, şevkleri ve zevkleri kıymetsizdir. Peygamberler, Onun hayat veren deryasından bir kadehe kavuşmakla, o derecelere yükselmişlerdir. Evliya, Onun sonsuz deryasından bir yudum içmekle muratlarına ermişlerdir. Yeryüzündeki melekler, Onun hizmetçileri, göklerdekiler, âşıklarıdır. Her şey, Onun şerefine yaratılmış, bütün varlıklar, Onun mübarek ruhundan feyz almışlardır. Allahü Teâlâ’nın varlığını O açıklamış, her şeyin yaratanı, Onun rızasını almak istemiştir. Ona ve Onun Âline ve Eshabına bizden dualar olsun. O yüce Peygamber, hepimizden razı olsun.”
Allahu Teâlâ cümlemizi kendisine layık kul, Habibine layık ümmet eylesin. (Amin)
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum