Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan “Samed” isminin sahibi olan Allah, insanları bu dünya hayatında yemeğe muhtaç olarak yaratmıştır. Hatta bütün canlılar için zorunlu bir ihtiyaçtır. Yemek hayatın devamı için bir araç durumundadır, amaç değildir. Rahmetli babam, “Yemek hayat içindir, hayat yemek için değildir.” diyerek bize öğüt verirdi. İnsanlar bu ihtiyacını karşılamak için birbirlerinin yardımına da muhtaç kılınmışlardır. Bu itibarla yardımlaşma Yaratıcının bir emridir.
İslam’ın toplumsal aktivitelerinden biri de muhtaçları doyurmak amacıyla yemek davetleri düzenlemektir. Kur’an-ı Kerim bunu teşvik etmiş, miskin yetim ve esirlere, karşılık beklemeden ve sevdikleri yemekleri yedirenlerden övgüyle söz etmiştir. (İnsan, 8-9.) Buna karşılık miskinin yemeğini teşvik etmeyenleri “dini yalanlamakla” suçlamıştır. (Maun, 3.)
Fakirlere yönelik yemek davetleri bir çeşit sadaka olmakla beraber, varlıklı ailenin sofrasına getirilmeleriyle kendilerine değer verilmiş olması bakımından da onurlandırıcı bir davranıştır. Bu zengin fakir kaynaşmasını en güzel şekilde sağlayan, uçurumları kapatan önemli bir köprü niteliğindedir. Bu nedenle Kur’an’da konu edilecek kadar önemli görülmüştür.
Kur’an’ın açları doyurmaya yönelik çağrıları İslam toplumunda zamanla bir kültür ve bir değer halini almıştır. Özellikle kıtlık, yokluk, yoksulluk ve açlığın hüküm sürdüğü yıllarda varlıklı yardımsever insanların hayır amacıyla icra ettiği bir gelenek olmuştur ki o zamanlar açları doyurmaya yönelik önemli bir hizmetti. Hatta bazıları fakirlerin davet edildiği ziyafetlerde pilav türü yemeklerin içine altınlar koyar, bulan kişiye ait olurdu. Bu altınlara da “diş kirası” denirdi. Fakirin izzetini kırmadan verilen bir sadaka türüydü. “Siz yemek davetimize katılarak dişlerinizle bize sevap kazandırdığınız için bu da dişlerinizin ücreti olsun” anlamını taşıyordu.
Teşvik edilen yemek davetlerinden biri de Ramazan-ı Şerif’te iftar davetleridir. Bunu sıradan yemek davetlerinden ayrı tutmamız lazımdır. Çünkü iftarı bekleyen Müslümanlar, vakit gelince hep birlikte orucu açmalarıyla ilahî yasağın bittiğini ve Allah’tan gelen “buyurun” emrini hissetmiş olurlar. Bu ise, o yemekten daha lezzetli, cennete ait bir duygudur. Oysa diğer davetlerde “çok yeme” yarışına girmek dışında böyle bir özellik yoktur.
Ancak zamanımızda diğer İslamî etkinlikler gibi yemek davetleri de değişime uğradı. ihlastan uzak, İslam’ın reddettiği gösterişin etkisi altında yapılmaya başlandı. Artık düzenlenen yemeğe muhtaç ve aç insanları davet etmek yerine, tanıdıklar, arkadaş veya akraba çevresi, iş arkadaşları gibi gruplar davet edilir oldu. Yemek etkinlikleri dinin istediği şekilde değil, bir şov ve reklam yarışına dönüştü. Kimse kusura bakmasın bu tarz yemek davetleri vaktiyle Mekke ileri gelenlerinin düzenlediği, bir parça yiyecek isteyen fakirin kovulduğu, yetimin tartaklandığı ve Maûn Suresinin inmesine sebep olan yemek davetlerine benzemektedir. Siyasi veya ideolojik hedefleri için açları istismar eden açlık edebiyatı yapanlar da açları doyurmaktan uzak durdular. Sadece muhtaçlara yönelik bazı özel samimi gayret içinde bulunan hayır kurumları dışında, günümüzde toplu yemek organizasyonlarının yoksul, aç ve muhtaç insanlar için düzenlendiğine inanmak mümkün değil.
Bu itibarla Korona salgınının Allah için olmayan, muhtaçların çağrılmadığı, israfın tavan yaptığı, katılımcıların çok yeme yarışına girdiği bu yemek davetlerini de vurmasının, bir hikmet-i ilahi ile olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Ölümcül virüsün en çok toplu yemeklerde bulaştığı su götürmez bir gerçektir. Çünkü yemek yendiği için maskeler çıkarılıyor, kalabalık olduğu için mesafeye dikkat edilmiyor. Haddizatında salgın olmasa da artık fakir ve miskine hitap etmeyen toplu yemek davetleri bir hayır işlemi olmaktan çıkmıştır, denilebilir.
Yemek davetlerinde yahut mesafe kuralına uyulmayan kalabalık yemek mekanlarında Korona salgını tehlike olmaya devam ediyor. Unutulmamalıdır ki, insanın başına gelen dert ve sıkıntılardan çoğu, nefsinden gelir, nefsini aklının kontrolünde tutamamaktan kaynaklanır. Yöremizde dillerde dolaşan, “lı ser nefsê, xwe xıst hapsê” (nefis yüzünden kendini hapse koydu) deyimi bu gerçeği veciz bir şekilde ifade etmektedir. Öyle ya, nefsini tutamayıp toplu yemeğe katılarak virüse yakalanan, ya karantina ya da hastanede yoğun bakım hapsine maruz kalır.
Aslında muhtaçları ve aç olanları doyurmak için yemek organizasyonuna da gerek yoktur. Zekât ve sadaka ibadetiyle, parasal yardımlarla, evlerinde pişirecekleri yemeklere bu şekilde destek olmakla açları doyurmak pekâlâ sağlanabilir.
Çevremizde aç olarak bildirilenlerin yemek davetlerindeki yemeği dahi beğenmediklerine bendeniz rastlamışımdır. Yemek daveti değil, yardım ve tasadduk risksiz olarak maksadı çok daha gerçekleştirir.
Kim inanırdı ki bir gün yemek davetleri ölümcül risk taşıyacak? Kim bilebilirdi ki toplu yemeklere katılım tehlike saçacak? Hiç umulmadık yerden İlahî tokada müstahak olma durumu vardır. “..Onları hiç ummadıkları yerden derece derece yakalayıp helake götürürüz.” (Kalem, 44) Ayetinin kapsamı içine girmemek için, Cenab-ı Hakk’a teslim olmaktan başka bir yol yoktur.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum