"Babam bana kitap oku demedi
fakat onun elinde hep kitap gördüm."
(A. Alİ Ural ; Raf Ömrü)
“Kitabı yeniden gündemimize almak durumundayız.
Kitapla olan dostluğumuzu güçlendirmeliyiz.
Kitaba verdiğimiz değer, evimizde günlük yaşantımızda tuttuğu yerle anlam kazanmalı. Çocuklarımıza okumanın önemini anlatabilmeli, onları kitapla buluşturabilmeliyiz...
Çocuklarımıza kitapla dost olmayı kendi dostluğumuzla gösterebilmeliyiz."
(Şakir Kurtulmuş; Kültürün İzi)
Her yıl Mart ayının son pazartesi günü ile başlayan haftada kutlanan “Kütüphane Haftası“ bu yıl 29 Mart- 4 Nisan arasında kutlanıyor. Kütüphane haftasında, kütüphanelere ve kitaba ilgiyi arttırmak ve okuma bilincine katkı sunmak amaçlanır. Peki, ülke olarak bu konuda ne durumdayız? Rakamların bu konuda bize söyledikleri arasında çelişkili bir durum var. Bu kanaatimizin oluşmasının sebebini iki farklı araştırma ile açıklayalım: Türkiye Eğilimleri Araştırması 2020 raporuna göre, ülkede kitap okumayanların oranı 2019’da yüzde 50,9 iken, 2020’de yüzde 59,1’e ulaştı. Vaktinin çoğunu sosyal medya hesaplarına ayıranların oranı yüzde 91,2, televizyon izleyenlerin oranı ise yüzde 93,3 olarak kaydedildi.
Bir başka araştırma ise kitap okuma oranları ile ilgili yaygın kanaatin aksini söylüyor. Türkiye Yayıncılar Birliği'nin, Okuyay Platformu'nun raporu, Türkiye'de okuma kültüründe gelişme olduğunu ifade ediyor. Raporun dikkat çeken yönü; doğru olarak kabul edilen pek çok kanının aksine Türkiye'de toplumun her kesiminin kitapla ilişkisinin olduğu hususu. Rapora göre Türkiye’nin yüzde 42,4’ü kitap okuyor. Yüzde 18,8’i de potansiyel okuyucu olarak tanımlanıyor. Okumayanların oranı ise sadece yüzde 22,5. Araştırmada son üç ayda bir veya birden fazla kitap okuduğunu söyleyenlerin oranı 2008'de yüzde 30 iken, 11 yıl içinde bu oran yüzde 64'e çıkmış. Bu olumlu yaklaşım doğrusu şahsen bizim de paylaştığımız en azından arzuladığımız bir durum. Gün geçtikçe kitaba ve okumaya dair oranların istenilen seviyede olmasa da arttığı yönünde eğilim olduğunu ifade edebiliriz.
Kitabın okunmadığı toplumların, kitaba dokunmayan, kitapla temas etmeyen toplumların hayatın her alanında varacakları yerin çok da iç açıcı olmadığını ifade edersek klişe bir şey mi söylemiş oluruz? Kitaba sığınmak gerekiyor. “İnsanlar kıyıcıydılar kitaplara kaçtım.” Böyle diyordu Cemil Meriç. Ne kadar kitap okuyorsanız, ne kadar sahih bir bağınız varsa kitapla, esasen kitap tarafından o kadar dokunuyorsunuz. Okuduğunuz her kitap sizi d/okuyacaktır. Yeter ki siz okuyun, yeter ki biz doğru kişiyi, doğru kitapla, doğru zamanda buluşturabilelim. O zaman sıkıntısını çekmiş olduğumuz kitapla hem dem olma sorununu çözeceğiz.
Bir şehri tanımak kütüphanelerini tanımaktır biraz da. Kütüphanelerdeki kitap çeşitliliği, kitap sayısı, kitapların türleri, kütüphaneden faydalananların yaşı gibi hususlar şehir hakkında birçok şey söyler bize. Kütüphane bir yerin kültürünün göstergesidir. Toplumsal yapıya dair ipuçları verir. Herkesin huzur anlayışı farklıdır elbet. Ancak bir kitabın ya da bir kütüphanenin verdiği huzur bambaşkadır. “Bir bahçen ve bir kitabın varsa hiçbir eksiğin yoktur demektir.” Böyle diyordu Çiçero. Kitap bahçesidir kütüphane. Kitap çeşmesinden içilen su ile ferahlar insan. Kütüphanenin huzur verici, sakinleştirici ortamına sığınarak sıkıntılardan uzaklaşabiliriz. Küçük dünyamızın sıkıntılarından alır götürü kitap bizi başka dünyalara. Her kitapla başka dünyalara temas ederiz, her kitap başka bir âlemle tanışmamızı sağlar.
Kitabı sevmek gerekiyor, kitapla olmak, kitapla dolmak gerekiyor. Turan Karataş’ın “Bir Okurun Notları”nda söyledikleri dikkate değer, okuyalım: "Yıllardır kitaplarla bir aradayım. Neredeyse onlarsız geçen günüm olmadı. Bir ömrü dolduran yolculukta, beraberlikte çoğuyla arkadaş, yoldaş, bazılarıyla dost oldum. Hayatı, insanı, tabiatı ve kâinatı kitaplar yardımıyla anlamaya çalıştım. Yaşantımı onlar sayesinde güzelleştirdim, genişlettim, kuruluktan kurtardım. Elim kalem tutabilmişse kitaplar sayesindedir. Çok iyiliğini gördüm kitapların. İnsanlardan fazla yardımları dokundu. Ben de iyiliklerini karşılıksız bırakmadım, onları sevdim, okudum, tanıttım, tavsiye ettim..."
“Hiçbir gemi, bizi bir kitap kadar uzaklara götürmez” Evet okumalı insan, ilk emriydi yaradanın; “oku” diyordu. Okudukça yanmalı, yandıkça okumalı. Hayatımızı ve dünyamızı yaşanılır kılabilmek, dünyanın ve hayatın yazıya geçmiş halini okumaktan geçiyor. Niçin okuyacaktır insan; bilmek için değil, öğrenmek için değil, yaşamak için okumak. Bilgi ile d/olmak için. Bilgiyi bilince çevirebilmek için. Bilince dönüşmeyen okumanın, hakikate götürmeyen kitabın insanı kafa karışıklığına götürmekten öte bir işlevi olamayacaktır.
“Bir kitap, içimizdeki donmuş denize indirilmiş bir baltadır.” Böyle diyordu Kafka. Kitabın aydınlığı ve sıcaklığı ancak içimizdeki karanlıkları aydınlatacaktır. Okumak insanın hayatı keşif, çabası, var olmanın anlamını kavrama çabası. Hayatı anlamlı kılma gayreti. Evet, insan okuyarak hayatı anlamlı kılacaktır. Okumak; okı-mak, çağırmak, davet etmek, söylemek, demek, anmak. Nedir, okumak kendimize çağrı, kendimizi kendimize davet etme ve de kendimize söylemek. İyi bir kitap insana can veren kandır. Kitap bir diriliştir. İyi bir liman, dahası sığınak, belki kaçış, belki kurtuluş, belki yalnızlık… Ama asla fildişi kulelere hapsolma değil. Hayatı fildişi kulelerden anlayamayacağımıza göre tam da içinde kalarak anlamak.
Kitabın içinde önemli yerleri çizmek veya derkenar yapmak, kitapla hemhal olmak, dahası okunan kitabın yazarıyla özdeşleşmek, kitabı koklamak hâsılı kitabı hissetmek ne güzeldir… Sözün özü; okumak var oluşsal eylemidir insanın, okumak var olmaktır, okumak bitimsiz bir aşktır… Daim kitapla olunuz…
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum