İnsan, her şeyi yapabileceğini hayal eder, konuştuğu zaman çok büyük işler yaptığını söyler, hani “mangalda kül bırakmaz” derler ya, işte o şekilde anlatır. Ama gerçekten iş yapmaya gelince kaytarma yollarını arar; işi başkasına havale eder, “Niçin ben yapayım, başkası yapsın!” acizliğini kendine düstur edinir. Bu düşünce çalışma şevkini canlı tutan “fedakârlık hissi”ni etkisizleştirir ve insanı tembelliğe sürükler.
İşsiz insanın, varlıklı olsa da huzursuz olduğu herkesçe bilinmektedir. Hayattan en çok şikâyetçi olanlar işsizlerdir. Onun için eğlence ile çabuk geçmesini isterler. Oysa işini iyi yapanlar şükrederler ve ömrün geçmesini istemezler. Demek ki çalışmada bir huzur ve lezzet vardır. Cenab-ı Hak, hizmetin içine, elde edilecek ücretinden başka bir nevi manevi lezzet olan “haz” yerleştirmiştir. Söz konusu bu lezzet, insanların yaptıkları hizmetlerle da sınırlı değil, diğer canlıların hizmetlerinde de bulunmaktadır. Örneğin horoz aç olduğu halde büyük bir fedakârlık yaparak bulduğu yiyeceği tavuklara ikram etmesi, yavrulu hayvanların yavrularını kendine tercih ederek onlara yedirmeleri, kendi yemelerinden daha çok yaptıkları hizmetten lezzet aldıklarını göstermektedir.
Hayvanların bu fedakârlık ve çalışmadan bu derece lezzet almaları, çalışmaya mecbur ve ebedi hayata namzet insanın onlardan daha fazla lezzetle donatıldıklarına delidir.
İşten haz almayı sağlayan önemli unsur fedakârlık hissidir. İşten kaçmak ve işi birbirine havale etmek, fedakârlık hissini köreltir; zamanla vahim bir tembelliğe sebep olur. Çoğu kez, işten kaçan tembellerin aynı işi yapması istenen kişilerin çokluğundan yararlanıp kendilerini onların arasında kamufle ettikleri görülür. Bazen de bu tür tembellerin çokluğu yapılacak işin tamamen aksamasına neden olur.
Şu meşhur hikâye bu konuda güzel bir örnektir: Vaktiyle zalim bir hükümdar bir havuz yaptırır ve şehir halkına bu havuzu sütle doldurmalarını emreder. Şehrin ileri gelenleri toplanıp bir çözüm ararlar sonra kendi aralarında bir bölüşüm yaparak şu kararı verirler: Hane başına bir kova süt getirilip havuza boşaltırsa havuz sütle dolar. Bir kova da kimseye ağır gelmez. Böylece hükümdarın zulmünden kurtulmuş olurlar. Bu karar tüm hanelere duyurulur. O gece herkes bir kova sütü getirip havuza boşaltmak üzere evlerine çekilirler. Şehir halkından biri şöyle düşünür: “Herkes birer kova süt getirip havuza boşaltacak, ben bir kova su götürsem ne olur? Gece karanlığında kimse fark etmez, bir kova su da o kadar sütün içinde kaybolup gider. Böylece kimse benim su getirdiğimi anlamaz” Sonra düşündüğünü yapar, kovayı su doldurur, götürüp havuza boşaltır. Sabah olunca herkes havuzun başına koşar bir de ne görsünler: Havuz su ile dolmuştur! Meğerki herkes onun gibi “ben bir kova su götürsem kimse anlamaz” şeklinde düşünmüş ve süt götüren olmamış.
Düşündüğü şeyi yalnız kendine münhasır zannetmek, kalabalıktan yararlanarak gerçek niyetini gizleyenleri ortaya çıkaran bir yanılgıdır.
Görevini ihmal edenlerin dayanaklarından biri de ihmalkârları örnek edinmeleridir. Görevin sonucundaki kazanımlardan mahrumiyet, bunun yanlışlığını ortaya koymaktadır.
Bundan kurtulmanın çaresi, “Siz doğru yolda olursanız, sapıtmış olanlar size zarar veremez” (Maide, 105) ayetinin ifade ettiği hakikati kılavuz edinmektir. Kişinin sorumlu olduğu şahsi vazifesi noktasında başkasını düşünmemeli, yalnız kendi vazifesini yapmaya çalışmalıdır. Başkasının kendi görevini ihmal etmesini örnek edinmemelidir. “Kötü örnek, örnek alınmaz” kuralı bu noktada önemlidir.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum