İslam’dan önce cahiliye döneminde, kabile reislerini ve toplumdaki önemli kişileri övücü şiirler söyleme geleneği vardı. Buna “mehdiye” denirdi. Sasani hükümdarları da saraylarında kendilerini övecek şairler görevlendirirdi. Şiir ve edebi yeteneğini konuşturarak sultana övgüler dizen görevliye “meddah” denirdi. Meddah, “mübalağalı bir şekilde öven” anlamındadır. Osmanlı döneminde meddah tabiri, sarayda sultanı övmekle beraber sultanı eğlendirmek için komedyenlik yapan şovmenler için kullanılmıştır. Ücret karşılığında görevlendirilmiş bir nevi tek kişilik tiyatrocu denilse, yanlış olmaz.
İslamiyet, sultanların ve kendilerini büyük görenlerin nefislerini okşayan, kibre sürükleyen ve bir nevi firavunluk duygusu veren bu mehdiye uygulamasını kaldırmıştır. Ayetlerle “Bütün övgüler âlemlerin Rabbı olan Allah’a mahsustur.” düşüncesini yerleştirmiş ve kişiyi yüzüne karşı övmeyi yasaklamıştır. İslam’ın bu tutumuna rağmen, hilafetin saltanata dönüştüğü daha sonraki dönemlerde Emevi ve Abbasi halifelerinin, Gazne sultanlarının ve daha birçok Müslüman hükümdarların sarayda şairler arasında mehdiye yarışmaları düzenlediklerini, başarılı olanları ödüllendirdiklerini kaynaklardan öğreniyoruz. Yani anlayacağınız, firavunluk huyu olan “hükümdarı yüzüne karşı övmek” yeniden uygulamaya konmuştur.
Bazı sultanlar, övgücü edinmemişse de kendisini öven şairlere engel olmamış, onlara mükâfat vermekle de bundan hoşnut olduklarını göstermişlerdir. Sultana ve devlet büyüklerine dalkavukluk yapan ve yüz yüze övgü imkânı bulamamış olanlar da yazı, kitabe, şiir, gazel ve kaside yoluyla methiye yaparak umdukları çıkar hedeflerine ulaşmaya çalışmışlardır. Kimi sultanların da huzurunda kendisini övmeyen yahut yazdıkları eserlerinde sultana övgüye yer vermemiş olan yazar ve şairleri cezalandırdıklarını, eserlerini de engellediklerini yine tarihten okuyoruz. O yüzden birçok eserin girişinde sultana övgüler yazılmış ve ona dualar edilmiştir. Yazarlar hem kendisinin hem eserinin selameti için buna mecbur kalmışlardır.
Hükümdarların kibir psikolojileri itibariyle övülme isteği ve mehdiye uygulamaları bir zaaf olarak düşünülür. Elbette genel olarak insan nefsinde övülmeden hoşlanma özelliği vardır. Ancak Peygamberimiz (ASV)’ın kişiyi yüzüne karşı övmeyi yasaklamasına rağmen, İslami hizmette kanaat önderi ve lider pozisyonunda bulunan bazı şahısların da kendilerini yüzlerine karşı övenlere engel olmadıklarını, lisan-ı halleriyle onayladıklarını görüyoruz.
Kişiyi yüzüne karşı övenler iyi niyetli değildir. Yüzüne karşı övmek, samimi olmayan, ya çıkar amaçlı ya da gizlenmiş bir husumetin tezahürüdür. Bu övmeyi yapmalarının muhtemel iki sebebi var:
Birisi: övdükleri kişiden beklentileri olan çıkarı elde etmektir. Bu maddi, manevi, görev, rütbe, hatta taraftar görünerek onun yandaşlarından çıkar sağlama gibi herhangi bir menfaat olabilir.
İkincisi ise: Kişiyi överek dost görünmek ve övdüğü şahsın güvenini kazanarak, fırsat kollamak, fırsatı bulduğunda da planladığı düşmanlığı gerçekleştirmektir. Bu tür övgünün arkasında saklanmış uygun zamanı bekleyen bir düşmanlık, bir saldırganlık vardır.
Her iki sebebin de hem İslamî, hem insanî olmadığı açıktır.
Övülen kişi de öveni samimi buluyor ve bu övgüyle seviniyorsa, onu dikkate alıyor veya tepkisiz kalıyorsa şu üç ihtimal söz konusudur:
1- Övülen kişi aslında övenin çıkarcı olduğunu bilmiyormuş görünerek, onu samimi ve iyi niyetli bulduğu izlenimini vermekle oyalıyor. Bu durumda hem övende hem övülende iki yüzlülük ve samimiyetsizlik vardır.
2- Övülmek, kibrin gıdasıdır; övülen şahıs da kibrinin esiri olduğu için, övgüler dinlemekle nefsi okşanmış, kibri beslenmiş olur. Ayrıca kibir, kalp gözünü, akıllıca düşünmeye dayalı basiretin önünü kapatıp kör ettiği için, övenin gizlenmiş kötü niyetini ve husumetini göremez. Sadece enaniyetinin okşanmasından keyif almakla meşgul olur. Bu durum da kibrin aklı perdelemesiyle oluşan bir tür ahmaklıktır.
3- Övülen kişi ahmaktır, akıl ve zekâ derecesi övenin kötü niyetini sezemeyecek ölçüdedir. Aklı defolu olduğundan, nefsine hoş gelen övülmekle sevinip mutlu olmaktadır.
Bu üç ihtimalden hiç biri tasvip edilebilir değildir; insana yakışmaz, İslamî kimlikle de bağdaşmaz. İşte bu yüzdendir ki sahtekârlığı, ikiyüzlülüğü, yalan ve hileyi ortadan kaldıran, doğruluğu, gerçeği, hakkı ve adaleti getiren İslam, kişiyi yüzüne karşı övmeyi de yasaklamıştır. Çünkü getirdiği temel ilkelere aykırı düşmektedir.
Peygamberimiz (ASV) "Sizi yüzünüze karşı övenleri gördüğünüz zaman yüzlerine toprak saçın." (Müslim, Zühd 69.) buyurarak yüze karşı övmenin aslında iyi niyetli olmadığına dikkat çekmiştir. Aslında yüz yüze övmenin arkasında gizlenmiş bir husumet yatmaktadır. Öven kişi eğer cahilliğinden ve düşüncesizlikten yapmıyorsa yüze karşı övgüyü mutlaka kötü niyetle yapmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de, “.. Kendinizi temize çıkarmayın! Kimin günahtan sakındığını en iyi bilen O’dur.” (Necm, 32.) buyrulmuştur. Ayetteki “Kendinizi temize çıkarmayın” cümlesi, övmek ve övülmeyi de kapsamaktadır. Bir kısım şeyh, seyda ve hocaların yüzlerine karşı müridleri, talebeleri veya cemaatleri tarafından iyi niyetle dahi olsa övülmelerinin de doğru olmadığına işaret vardır. Bu övme, ıslah için nefis muhasebesine zarar vereceği gibi, engel olunmayıp övgüyü onaylamış görünmekle de bu davranışı meşrulaştırmış olur. Ayrıca “Meğer ben neymişim de haberim yokmuş..” şeklindeki düşünceye ve bunun sonucu olarak da manevi arınma ve terakki yolunda, nefsiyle cihadında gevşekliye sebep olabilir.
Peygamber (ASV)'ın huzurunda bir zat, orada bulunan diğer kişiyi övmeye kalkışınca Resulullah (ASV): "Yazıklar olsun sana! Kardeşinin boynunu kopardın." buyurmuştur. (Buhari, Şehâdât, 16.) Peygamberimizin (ASV) bu buyruğu, yüzüne övmenin kişiyi kibre sevk etmekle ahlakî terbiyesindeki ilerleyişini durdurmasını ve nefisle cihadın aksamasını mecazî olarak ifade etmektedir.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum