Bir zaman bir sultan rüyasında bütün dişlerinin döküldüğünü görmüş. Rüyanın etkisinde kalmış ve endişelenmiş. Hemen rüya tabirinden anlayan birinin bulunmasını emretmiş. Gördüğü rüyayı tabir ettirmek istemiş.
Çok geçmeden bir rüya tabircisi bulunmuş ve alelacele huzura alınmış. Sultan rüyasını anlatmış ne anlama geldiğini sormuş. Rüya tabircisi, üzüntülü bir şekilde “Sultanım, çok kötü bir rüya görmüşsünüz. Siz bütün ailenizin, bütün akrabalarınızın ölümünü göreceksiniz. Rüyanın tabiri budur.” demiş. Bu açıklama sultanın üzüntü ve endişesini kat kat artırmış. Çok öfkelenmiş. “Sen ne biçim konuşursun be adam!” demiş, “Çabuk bunu zindana atın, başka bir rüya tabircisi bulun!” diye emretmiş.
Rüya tabir ettiğine inanılan bir âlim getirilip huzura çıkarılmış. Sultan, rüyasını ona da anlatıp yorumunu istemiş. Âlim demiş ki: “Sultanım müjdeler olsun, çok güzel bir rüya görmüşsünüz. Aileniz ve yakınlarınız içinde en uzun ömürlü olan sizsiniz..” Bu sözler sultanı çok mutlu etmiş. Sevincinden, âlime bir kese altın verilmesini ve zindana atılan diğer tabircinin de bu âlimin hatırına salıverilmesini emretmiş. Zindandan çıkan tabirci ile bu âlim saraydan ayrılıp birlikte giderlerken, ilk tabirci, diğerine, sultanı bu kadar sevindiren yorumunu merak edip sormuş, o da: “Aileniz ve yakınlarınız içinde en uzun ömürlü olan sizsiniz..” dediğini söyleyince ilk tabirci, “Yahu aynı şeyi söylemişiz, benim dediğimle sonuçta aynıdır?” demiş. Bunun üzerinde yorumuyla sultanı sevindiren âlim şöyle açıklamış:
“Elbette sonuçta aynı şeyi söyledik; ama söyleyiş tarzı kişide çok etkilidir. Söz söylemede ne söylediğinden ziyade nasıl söylediğin ve karşıdakinin nasıl anladığı önemlidir."
Bu ibretli hikâyeden bizim de alacağımız dersler vardır. Din hizmetkârlığını kendilerine görev edinenler, İslam’ın mesajlarını insanlara ulaştırmaya çalışanlar, anlatım tarzlarına çok dikkat etmelidirler. Yüce Allah Musa ve Harun (AS)’ı Firavun’a gönderirken “Onunla kavl-i leyinle (yumuşak sözle) konuşmalarını” (Tâhâ, 44.) tembih etmiştir. Zalim ve ceberut Firavun’a karşı yumuşak sözle konuşmayı emreden Allah, müminlerle konuşmada çok daha yumuşak ve tatlı daha etik konuşmayı gerektirmez mi? Müminlerin genel olarak kendi aralarında birbirlerine merhametli (Fetih, 29.) ve alçak gönüllü (Maide, 54.) olmaları gerektiği Kur’an ayetlerinde vurgulanmıştır.
Büyüklerimiz, "Usul, esasa mukaddemdir." demişler; yani tarz, yol ve yöntem hedeften önce gelir. Hedef haktır, tarz ise hakkı anlatma makamı ve şeklidir. Yanlış olan bir yol, hedeflenen hakka ulaştırmaz. Yani Hakk’a götüren yol ve yöntem de hak olmalıdır. Söylenen sözün doğru olması yetmez, söyleyiş şekli, zamanı, mekânı da doğru olmalıdır ki hakka ulaştırmış olsun. Bu konuda Bediüzzaman’ın şu güzel tesbitine kulak verilmelidir:
"Senin üzerine haktır ki, her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu demek doğru değildir. Zira senin gibi niyeti halis olmayan bir adam, nasihati bazen damara dokundurur, aksülâmel (ters tepki) yapar." (Bediüzzaman, Mektubat, Yirmi İkinci Mektub.)
Büyüklerimizin, güzel üslubun etkisine dikkat çeken “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” sözü, aynı zamanda “Kaba bir üslup dostu dahi küstürür ve uzaklaştırır” şeklindeki mefhum-u muhalifi de ifade eder. Bütün canlılar tatlıya düşkün olduğu gibi, yapmacık bir şirinlik olmamak şartıyla bütün insanlar da tatlı dilin hayranıdırlar. Tatlı dil sadece yılanı değil, dost-düşman tüm insanları etkisi altına alan bir özelliğe sahiptir. Yeter ki o tatlı üslupta doğallık, gerçeklilik ve ciddiyet bulunsun. Dil kurallarına uygunluk, açıklık, duruluk, akıcılık ve eskilerin “muktazây-ı hâle mutabık” dediği durumun gerektirdiğine uyumluluk da hedefe ulaştıran üslubun önemli unsurlarındandır.
Yine “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı” atasözümüz de sözün üslubuna işaret etmektedir. Kaba bir üslupla söylenen söz, öldürmeye neden olduğu gibi, aynı sözün farklı bir üslupla söylenişi savaşı dahi durdurabilir.
Yanlış anlamalara neden olmayan net, doğru tatlı bir üslup ailede çocuklara örneklik ederek öğretilmelidir. Bu konuda anne-babaya, özellikle de anneye büyük görev düşmektedir. Anne, çocuğun bakışları altında öfkeli bir şekilde kediyi terlikle kovalasa, karıncaları “ayakaltında ne dolaşıyorsunuz pis yaratıklar!” dese, çocuk vicdansızlığı, düşmanlığı ve nefreti öğrenir. Ama, “Aman tatlı yavrucaklar, kenara çekilin ayak altında ezilmeyesiniz..” şeklinde yaklaşım gösterse, çocuk şefkati ve sevgiyi öğrenir.
Müminler, Kur’an ifadesiyle emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ‘ani’l-münker yani iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmakla görevlendirilmişlerdir. Bu nedenle güzel üslupla en güzeliyle konuşmaları gerekir. “ Mü'min kullarıma de ki; konuşurken en güzel sözleri söylesinler. Çünkü şeytan aralarındaki havayı gerginleştirir. Hiç kuşkusuz, şeytan insanın açık düşmanıdır. " (İsra, 53.) âyeti, güzel üslupla konuşmayı emretmektedir. Ayrıca insan düşmanı olan şeytanın kötü üslubu kullanarak gerginlik oluşturduğuna ve bu sayede sözleri etkisizleştirdiğine işaret etmektedir. Ancak tatlı bir üsluptan şeytanın istifadesi olmaz.
“Tatlı söz ve hoşgörü, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha iyidir. Allah, zengindir, Halimdir. (Bakara 263) Ayetinin işaretleri arasında şu ifadeler bulunmaktadır: Tatlı sözle gönül almak, malî sadaka verip gönül kırmaktan daha iyidir. Bazen olur ki bir sözün kırdığı kalbi, altınlar düzeltemez. Vaktiyle Şanlıurfa’da bir koyun yüzünden başlayan kan davası, kanaat önderlerinin girişimiyle barışla sonlandırıldı, barış yemeği için yüz koyun kesildi. Demek ki sulhu sağlayan söz ve gönül hoşluğu, yüz koyundan daha değerlidir. Yine öyle gönül alıcı söz var ki, tonlarca altın ve para onun etkisini sağlayamaz. Bu yüzden sadakanın en temel şartı, eziyet ve minnet etmemektir. Yoksa hem malını verirsin, hem hüsrana uğrarsın.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum