İslam coğrafyasında, Hilafetmakamı kaldırıldıktan sonra; devlet idaresini zorbalıkla ele geçiren tağutigüçler, keyfi uygulamalarla, baskı ve sindirme politikalarını artırıp,insanlara yıllarca zulmetmeyi meslek haline getirdiler adeta!. Öyle ki, zalimve zorbaların; insanlara yaptıkları zulüm ve zorbalıklarından zevk alır halegeldiklerini; tarihin tozlu rafları adeta şikâyet etmektedirler şirretliklerini.Kendilerini (layüsel) hesap sorulmaz, layuğni) kimseye muhtaç olmama makamındagörmekle; kanun ve yasa çıkarma yetkisini kendilerinde buldular. Kendizulümlerini ve yanlış uygulamalarını eleştirenleri, ya ölümle tehdit ettiler;ya da zindan köşelerinde hayatlarını söndürdüler. Böyle olunca da, artıkyönetim ve idarede; liyakat sıfatı aranmaz oldu ve gemiyi kurtaran kaptandırfelsefesi, liyakatsizlerin pusulası ve rotası haline geldi…
Tüm bu olup bitenlerin bir teknedeni vardı: “Yönetimi ele geçiren liyakatsiz ve emanete ehil olamayanzalimler; hakkın safında yer alan insanlarıkorkutmak, kendi düzenlerine karşıgelmemeleri için de onları intikamvari bir şekilde ezdikçe ezmeleriydi.”Düşünebiliyor musunuz İlahlık iddiasında bulunan, Nemrut ve Firavun denilenazmanlarda birer beşer idiler! İnsanların başına geçtikten sonra, kendilerindenbaşka merci ve makam tanımadıkları için şımardıkça şımardılar ve sonunda;ilahlık taslayacak kadar yoldan çıktılar. Yönetim, hiç şüphesiz bir liyakatişiydi ve ehli olanlara teslim edilmeliydi. Lakin insanoğlu çok aceleci veerken karar vermeye meyilli olduğundan dolayı; beklentilerininolumsuz neticelerdoğurduğunu görünce, bu sefer hayıflanır lakin nafile…
Yaşadığımız modern dünyayabaktığımızda, ALLAH’IN indirmiş olduğu yasalarla; idare edilen hemen hemen tekbir ülke gösterilemez. Neden? Çünkü insanoğlu,şeytanın iğvalarına yenik düştüğüzaman; heva ve heves düşkünlüğü, zamanla onun basiretini bağlar…Bundan sonrasıise, kendisine hayali özgürlük ve serbestiyet vaat edenlerin belirsiz safınabalıklama atlar…Hâlbuki o vaat edilen sınırsız ve kuralsız özgürlük; insanı,birçok kere Ehseni takvim sıfatından uzaklaştırıp Esfeli Safilin uçurumlarınadüşürür. Çünkü, İnsanı yaratan ALLAH, insanın nasıl ve ne şekilde yaşamasıgerektiğini, nasıl ve ne ile mutlu olacağını, bir tek O’ (c.c) bilmektedir.Bunun için de, göndermiş olduğu Peygamberlere Kitaplar gönderip; insanlarınönce ALLAH’A ve onun peygamberlerine iman etmelerini daha sonra da; gönderdiğihükümlere göre yaşamalarını emretmiş ki, sapıtmasınlar ve istikametlerinikaybetmesinler… Bu da ancak, liyakat sahibi kişilerin; idare mekanizmasınınbaşına geçmeleriyle mümkündür…
Fakat nice yıllardır, liyakatliadamların idare makamında olmadıklarının acılı sancılarını çekmekteyiz. Kaht-ıRical demişti Halife Ömer (r.a); bundan on dört asır önce, ne kadar da isabetbuyurmuştu. Liyakatli olmayan bir insan, iyi bir eş, iyi bir baba, iyi bir ailereisi olamayacağına göre; iyi bir yönetici,emin bir insan, müşfik bir idareci hiçolamaz. Liyakatli kişilerin iş başında olmadığı toplumlarda; hırsızların,hortumcuların, vurguncuların, çetelerin; katillerin ve terör olaylarının ardıarkası kesilmez? Çünkü, liyakatin olmadığı yerde, Adaletmekanizması yara alır ve çalışmaz; güçlüler haklı, güçsüzler haksız görülmeyebaşlanır… Ve insanlar zamanla, haksızlık ve zorbalığı savunan; yetki sahibiliyakatsiz kişilerin pençelerinde ezilmeye mahkûm olurlar… Bu günkü dünyada,bunun birçok örneği gösterilebilir…
Fetihten (İstanbul) sonra Bizansİmparatorlarının sarayını gezen Padişah, bir ara mahzene iner. Mahzendeiniltiler duyunca ne olduğunu anlamak ister. Kapıları bir bir yoklar. Nihayetküçük taş bir odada zayıf, yaşlı bir papazla karşılaşıp sorar: “Bu ne haldir,sizi niye hapsettiler?” Papaz cevap verir: Şevketlü Padişah, arz edeyim…Muhasara başlayınca İmparator Konstantin Dragasez bendenizi huzuruna çağırdı.Şehrin Osmanlılar tarafından alınıp alınmayacağını sordu. Şimdiye kadarokuduklarıma, öğrendiklerime ve Bizans’ta yaşananlara dayanarak bu kuşatmanınson olduğunu, şehrin elimizden çıkacağını ifade ettim.
Çok kızdı. Beni hem dövdürdü, hemde buraya kapattırdı. O günden beri zindanda yaşamaktayım.” Fatih bir andüşündükten sonra sorar: “Peki, bu şehr-i İstanbul gün olur elimizden çıkarmı?” Cevap düşündürücüdür: “Vakta ki içinizde fesat arta, insanınız kendimenfaatine ram ola, emvalini (malını) yabancılara satanlar çoğala ve yabancıdanmedet umanlar ziyade ola, şehir sizden dahi çıka.” Fatih oracıkta diz çöküpellerini açar: “Ya Rab! Dilerim böyleleri kahrına ve gazabına uğrasın.” (YavuzBahadıroğlu/Biz Osmanlıyız Sh: 95) Evet, gerçekten Papazın yaptığı çok manidarve ince bir tespittir ki; aslında ne zaman ki, işlerinizinbaşına liyakatsizvedünyalık heveslere düşkün kişiler geçtiklerinde işte, sizde o gün kaybedersinizdemek istemiştir.
Başka bir ifadeyle: “Vakta ki, içinizde fesatçılarınçoğaldığı, insanlarınızın kendi menfaatindenbaşka hiçbir şey düşünmedikleri veyabacılardan medet umanlar ziyadeleştiğigün; asıl önemlisi ise Liyakatsizkişiler işlerinizi devraldıklarında, siz o gün hem kaybedersiniz hem de başkamilletlerin yaşam biçimlerine bağımlı birer taklit hastası olursunuz?… Sıradışı bir soru: “Demokratik ülkelerde Parlamentoya girebilmek için; kişilerdeönce liyakat mi aranır, yoksa arkasındaki adam kalabalığı ve veya kariyeri ilemal varlığı mı?... Parlamentoda, sıradan bir vatandaşın ( liyakat sahibi olsada) bulunamadığı, çünkü girebilmesi için ya çok zengin olması, ya da arkasındakalabalık bir kitlenin olması lazım; yoksa…..? O zaman bunun cevabı sizdedirdeğerli okurlarım… Liyakat el-an hayatta mı yoksa aramızdan göç edeli epeyzaman mı oldu?
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum