Bugün, savruluş ve dönüşümümüz, sekülerleşerek direncimizi kaybettiğimiz ve başımızdaki bazı belalardan kısa değiniler yapmaya çalışacağım. Binlerce konu, binlerce olay ve sorun yaşanmasına rağmen, bir söz söylemenin anlamsızlaştığını, havada kaldığını görmek kahrediyor olsa da. “Sovyetler birliği yıkılmıştır, karşımızda düşman kalmamıştır. Düşmansız bir ideoloji yaşamaz, yeni düşmanımız İslam olacaktır” Margaret Thatcher:1990 yılında İskoçya’da yapılan NATO toplantısında sarf ettiği ifadeler.
Değişim
“Batı, Müslüman toplumlar başta olmak üzere tüm doğu toplumlarının yaşam felsefelerini ve yaşam tarzlarını değiştirmeye uğraşıyor. Bir yandan kendi dizayn ettiği tüketim ve eğlence kültürünü bu toplumlara pompalarken, bir yandan da özgürlük adı altında her türlü fesadı meşrulaştırmaya çabalıyor.
Doğu toplumları seküler ahlak vasıtasıyla uyuşturulurken, sorgulama ve direnme potansiyellerinin her geçen gün kan kaybettiğini gözlemliyoruz.
Önce ahlak teslim alınıyor, sonrasında da zihin ve kalbin teslimiyeti geliyor. İnandığımız gibi yaşamayınca, yaşadığımız gibi inanmaya başlıyoruz…
… Modernizme öykünen Müslüman düşünürlerin handikaplarından birisi, Müslümanların hataları üzerinden İslam’ı yargılamalarıdır. Diğer önemli bir handikapları ise batının maddi gelişimi ve algı yönetimi karşısında aşağılık kompleksine kapılmalarıdır.
Batı hegemonyasının insanlığa yaşattığı kan, gözyaşı, açlık sorgulanacağına, İslam inancı sorgulanıyor. Batının ikiyüzlü değerler sistemi sorgulanacağına, İslam’ın değerler sistemi sorgulanıyor. Batı aklının güdümünde dinin sabiteleri sorgulanıyor. Aklı vahyin üstüne çıkaran bu anlayışın Müslümanı getireceği son nokta “deizm” dir.”http://www.islamianaliz.com/Serdar Duman/Müslümanların Seküler Ahlakla İmtihanı
Yüzyılın Utancı
“40 yıldır gazetecilik ve yazarlık yapıyorum. İsrailli gazetecilerin güven ve özgürlük içerisinde bir Arap başkentinde dolaştığını bir gün bile hatırlamıyorum. Gel gelelim ki, Manama'da İsrail pasaportları ile İsrailli kameraların önünde bize ve bizim gibi gazetecilere dil uzatır gibi caka sattığını görünce, boğazımdaki acı arttı.
Üç milyon Iraklının kanı hala elinde olan eski İngiltere Başkanı Tony Blair de, konferansın ön sıralarda yer alıyordu. Blair, Arap bölgesinin durumunu İsrail'in mandası altına almak ve büyük İsrail projesine ulaşmak üzere Manama'dan yola çıkan Amerikan - İsrail planının ana başlıklarını özetlemekle yetindi.
Bu arada “El-Cezire” kanalına demeç veren Kushner, Arap liderlerin defalarca bahsederek başımızı ağrıttığı Arap barışı girişimini aşağılayarak, bu girişimin barış sağlamadığını ve İsrail'in pozisyonu ile bir uzlaşı formülü olması gerektiğini söyledi. Filistin'in gerçek sahiplerini kınayan sözler savuran Kushner, İsrail'in tüm Filistinlileri bir lokmada yutarak Filistin halkını evlerinden kovmak ve bölge haritasını sonsuza dek silmeyi hedefleyen pozisyonuna hiç değinmedi.” Abdulbari Atvan
Kaynak: Rai el-Youm/Çeviri: Merve Soydaş
Fitne ve İfsad Karşısındaki Suskunluğumuz
Aslında bu bo.tan konulara girmeyi hiç istemezdim ama hayretler içinde toplumun suskunluğuna şahit olmak kahrediciydi ve kötü bir gidişata işaret etmekte.
Keşke sorunları; anlaşılmak, tedavi olmak, haklarının çerçevesinin belirlenmesi falan olsaydı. Keşke nasıl bir küresel projenin kirlenmiş, değersiz maşaları haline geldiklerini bilselerdi. Keşke karşılaştıkları veya içinde bulundukları biyolojik ve ruhsal problemleri, uygun bir tarzda, dile getirme yoluna gitselerdi.
“…Bazıları hâlâ bunu ‘kadın-erkek eşitliği’ meselesi sanıyor, ‘kadına şiddet’ meselesi sanıyor, ‘kadının güçlendirilmesi’ meselesi sanıyor. Yalancının mumu500 senedir yanmaya devam ediyor. Bu konuda yetkililer topluma doğru bilgi vermiyor. Dünyanın en saçma teorisi koca devleti peşine takmış sürüklüyor. Kafası çalışan bazı dostlarımız meseleye ilgi göstermiyor. Bazı dostlarımız ise, meselenin politik amaçlarındanhabersiz, kendi kişisel tecrübelerine dayanarak “Ama kadına şiddet yok mu? Geleneklerimiz yanlış değil mi?” filan gibi itirazlar getiriyor; konuyu yeterince incelemiyor…
…Açık söylüyorum: ETCEP projesi başarıya ulaştığı gün çocuklarınızı tanıyamayacaksınız. Beğenmediğiniz o gelenekleri bile yana yakıla arayacaksınız. Aynen şimdi70’lerdeki, 80’lerdeki mahallenizi aradığınız gibi. Ama bulamayacaksınız. İş işten geçmiş olacak. Pişman olacaksınız, belki de pişman bile olamayacaksınız. Sonra çaresiz kendinizi olup biten her şeye alıştıracaksınız…”Mücahit GÜLTEKİN
“1- Neden İnsan kendi cinsinden birine aşık olmasın? Erkek erkeğin koynuna, kadın kadının ruhuna giremesin? Bedene değil ruha aşık olunur. Aşık sınır, engel tanımaz. Devlet eşcinselleri insan yerine koymuyor. Tuvaletler de bile erkek kadın var ama eşcinsel tuvalet yok. Kadın, erkek hastalıkları var. Eşcinsel hastalıklar bölümü yok. Ayrıştırmaya HAYır, Dışlamaya Hayır. Homolara özgürlük. Yaşasın LGBTliler.
2- İnsan torununa aşık olamaz mı? Onlar insan değil mi? Torununa ne aşkını ilan, ne onu ne kadar arzuladığını ifade edebiliyor. AŞKlarını sürekli içlerine gömmek, kafalarının içinde saklamak zorundalar. Dertleri ile kanser olup ölüyorlar. Devlet onları insan yerine koymuyor, toplum merhamet etmiyor. Kimse "benim torunum var. Kendi torununa ulaşamadın benimkini al" falan demiyor. Dışlamaya ve ötekileştirmeye hayır. YAŞaSın DEDElerin TORUnlarını Sevebilme Hürriyeti. DEdelerle torunların Arasına girmeyin. Sevenleri ayırmayın.
3-
.......
Bu paragrafların eşcinseller için olan ilki 10 sene önce ironi idi. Şimdi normalleşti. İkincisi şimdi ironi, 10 sene sonra normalleşecek. 3. paragrafı nasıl yazacağız kim bilir?”Ahmet Hakan ÇAKICI/https://www.facebook.com/ahkancak?__tn__=%2CdC-R-R&eid=ARCTq2G98lqiyFPaubhco8sGAyVwi1H1PRj1B9spfGk7twOUzpPOK5qjoWM7YXgxBsymsk-q8SPUxrOS&hc_ref=ARQFbA9cZGHW-iCPmlzLacgE0uWQYQG24F82DgRFZatayyDXmtWTezOufD_wQzTNYzU&fref=nf
Maksadın üzüm yemek olmadığı belli. Tüm bu uç taleplerle, bu toplumu rüsva eden azgın ruh hastalarına ve küresel projeye karşı toplum, tanımlanması zor bir suskunluk içindeydi bu yıl.
Bir de bölgemizin savaş aygıtlarıyla kuşatılmışlığı var…
Elbette ki ekonomik sorunlarla da karşı karşıyayız ve artık dayanılmaz bir hal aldı. Koca koca zamlar ve maaşlara minimum artışlar. Gidişat can yakıcı, insafsızca ve acıtıcı.
Zamlar, bankalara olan borçların ödenememesi, genel anlamda ekonominin kötüye gitmesi ve sos veren bir pozisyona evrilmiştir. Rant hortumlarının kesilmesi vergi adaletinin sağlanması, bankalar ve faiz ile mücadele gibi başlıklar, vakit geçirilmeden masaya yatırılmalı.
Sahipsiz Urfa
Çevik Kuvvet Kavşağı
Bu kavşağın bitirilmemesi, Urfalılar'ı canından bezdirdi. Haklarımız ihlal ediliyor, bize eziyet yaşatılıyor. Üstelik bu eziyete maruz kalan; iktidar partisinin, hemen her seçimde en yüksek oy aldığı bir il ve o ilin insanları.
Büyükşehir Belediye Başkanı sayın Zeynel Abidin Beyazgül' ün, sık sık bu konuda Ankara'ya imdat çağrıları yapması ve Ankara'dan heyetler getirtmesi önemli, ancak Ankara, işe; Urfa'nın ulaşımla ilgili tüm projelerini kapsayacak şekilde, makro bir bakış açısıyla bakmakta.
Elbette şehrin; makro anlamda bir bakış açısına ve projelerin bu bağlamda değerlendirilmesine ihtiyacı vardır, ancak gerçek şu ki; Çevik Kuvvet Kavşağının, bunların dışında tutularak, bir an önce bitirilmesine yönelik bir yaklaşım sergilenmesi daha doğru olacaktır.
Bunca milletvekiline ve neredeyse her seçimde en yüksek oy oranının iktidar partisine çıktığı Urfa'da, Urfa'nın lehine bir gelişme olabileceği bir durumda, hemen engellenmesi ve karalanması, Urfa'nın, hep kötü olaylarla anılmasının sürdürülmesine yönelik ülke genelindeki bir çabanın kaynağını merak etmekteyiz.
Urfa'nın gelişmesi, kentleşmesi, Urfa'da eğitimin kalitesinin yükseltilmesi, sanayinin gelişmesi ve olumsuz yerel nitelemelerden, politik tanımlardan kurtulmasının önüne sürekli engellerin çıkarılmasının nedeni nedir?
Urfa'nın daha yaşanabilir bir şehir olması, neden engelleniyor?
Urfa neden hep sosyo-ekonomik açıdan geri bırakılmakta/kalmakta?
Urfa; Türkiye'nin, en önemli bir tarım şehri olmasına rağmen; neden mevsimlik tarım işçileri sorunu/acıları devam etmekte?
Urfa, bunca potansiyeline rağmen; neden en yakın örnek olan Antep' in gerisinde bırakılmakta?
Urfa'da bunca işsizliğin ve özellikle genç işsizliği varken, bunun hafifletilmesine yönelik, neden ciddi anlamda bir çabanın olmadığı, önemli bir konudur.
Suriyeli sığınmacılarla nüfusunun iyice arttığı Urfa'da; yeterince sağlık kuruluşunun olmaması, kaliteli bir sağlık hizmetinin sunulmaması, hastanelerin adeta bir işkencehaneye dönüşmesi, insanların kimi hastalıklar için başka illere gitmek zorunda olmaları izah edilemez.
Göbeklitepe ile Urfa'nın turizm anlamında yakaladığı ivmeye yönelik operasyonlara maruz kalmaktayız ne yazık ki; son olarak sosyal medyada Türk Hava Yolları'na ait bir uçağa, hak ettiği halde, Göbeklitepe isminin verilmemesi ve Göbeklitepe'nin, Urfa'nın kadim ismi olan peygamberler şehri ünvanını karalamaya yönelik niyetler taşıdığı ile ilgili tartışmalar bizi üzmektedir.
Elbetteki Urfa; peygamberler şehridir ve hep öyle kalacaktır.
Urfa'nın, bu anlamda kadim kimliğini sahiplenmesi devam edecektir, ancak göbeklitepe tarihi bir konudur ve şu ana kadar dünya çapında yapılan kazılarda ondan daha eski bir kalıntıya rastlanmamıştır, önemi de burdan kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda; ulaşım, sağlık, yerleşim ve diğer tüm turizmle ilgili de olabilecek yatırımların hızlandırılması, sadece Urfa için değil; ülkenin de ekonomik yararına olacaktır.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum