“Bir evlat babasının hakkını ödeyemez. Meğerki onu köle olarak bulsun ve onu satın alıp da hürriyetine kavuştursun” (Beyhaki, es-Sünenü-l Kübra)
Annenin evlat üzerindeki hukuku, daha büyük değil midir diyesöylenmeden önce; şu açıklamayı yapmak durumundayız: “Şöyle ki, Annenin evladı üzerindeki hak ve hukuku; çok geniş vedaha etraflıca ve müstakil bir konu olması hasebiyle, “Babayakarşı takınılması gerekensaygı ve hürmet konusuna, kısa bir kapı aralama niyetiyle, değinmek istedik. Hepsi bu! Malumdur ki, neslin devamı; Nikâh bağıyla evlenen çiftlerin, aile yuvası çatısı altında hayatlarına devam etmeleriyle mümkündür…
Aileninsorumluluk yükünü yüklenmekle mükellef kılınanher baba; aile fertlerinin geçimini sağlamak için, çalışmak ve kazanmak zorunda olduğu bilinmektedir. Tabi, kazanç elde etmeye çalışırken; özellikle helal ve haram konusuna dikkat etmeli ki; yetiştireceği çocuklarının genetik yapılarına,midelerine haram lokma bulaşıp girmesin. Bu her babanın, babalık görevidir… Her Müslüman baba, asli vazifesi; dünyaya gelen çocuğuna önce güzel bir isim, daha sonraki süreçte yavaş yavaş ona dinini ve gerekli olan ilimleri öğretmekle yükümlü olduğu hakikatidir…
Tabi konu başlığının, babanın candır söyleminden yola çıktığımız; evladın baba üzerinde hakkının olmadığı anlamına gelmediğini belirtmek isteriz. Evlat ile ebeveyn haklarını ihtiva eden ilke ve prensipleri işlemeye kalksak; böylebir girişim sayfaları alır ki yeri burası değildir. Onun için, babanın evlat üzerindeki haklarına kısaca değinmek istedik. Evet, Efendimiz (Salat ve selam üzerine olsun); bir evlat babasının hakkını ödeyemez. Meğerki onu köle olarak bulsun ve onu satın alıp da hürriyetine kavuştursun.” İstisna-i beyanına bakıldığında, babanın evlat üzerindeki hakkının ne kadar büyük olduğu kendiliğinden anlaşılmaktadır.
Şimdi bu hüküm bağlamında, günümüzde evlat baba ilişkilerine bir göz atalım. Köyde ikamet ettiğimiz yıllar öncesinde, sizinle paylaşacağım şu anı; babalık hukukunun ne derce evlatlarca ihlal edildiğini belgelemek açısında önemli olacağı kanaatindeyim. “Şöyle ki: “Özellikle kış aylarında, hayvansahibi olan köylüler hayvanlarını yemlediktensonra kıra sürerlerdi. Hayvanları olmayanların ise pek fazla bir işleri olmazdı kış aylarında. Köy kahvesinin, Jandarma karakolu ’nun da bulunduğu köyümüz nüfus olarak da kalabalıktı… Sabahları işi olmayanlar ve yaşlılar kahveye uğrar çay ve sıcak limonata içip sohbet ederlerdi. (Tabi iskambil oynayanlarda vardı) Asıl mesele bu değil tabi. Sert ayazlı bir sabahtı ve bende köyün kahvesine doğru gitmiştim. (aslında gitme alışkanlığım yoktu) Fakat sebebini hala hatırlayamadığım o gidişim, sabahın erken bir saatindeydi ve kahvehane de kapalıydı.
Köyümüzdeki Kahvehane ile jandarma Karakolu karşı karşıya bulunuyordu. Gittiğimde, orada bir köylümüzün (şimdi hayatta değil vefat etti, çocukları hala Şanlıurfa da yaşıyorlar. İsmini vermem yakışık almaz) Kahvehanenin önünde beklediğini ama yüzünden kanların aktığını ve perişan bir vaziyette olduğunu görünce şaşırdım. Önce hayırdır kavga falan mı yaptın birileriyle, diye sorduğumda; verdiği cevapla tabir caizse yıkılıp dona kalmıştım. Evet, kavga etmişti birisiyle, hem de öz oğluyla! Evet, çağın hayırsız evladı, babasının yüzünü gözünü tırnaklarıyla yaralamış ve çaresiz baba, Karakola oğlunu şikâyet etmeye gelmişti. Ama çok erken olduğu için, nöbetçi askerin; komutan uyuyor hala kalkmadı demesi onu orada bekletmişti…Evet, bir baba öz oğlundan dayak yemiş ve onu şikâyette gelmişti… Ne acı değil mi? Yılın sadece bir gününü, babalar günü olarak ilan eden beşeri sistemlerin; insanlara dayattığı eğitim müfredatlarının mahsulü, yetiştirdiği nesiller ve gelinen nokta budur…
Bu tür hadiselerden günümüzde, milyonlarcası hala tedavülde ve evlatlar babalarını dövmekte, hatta evden kovmakta ve huzur (hüzün) evlerinin köşelerine bırakmaktalar! Tabi herkesin huzur evindesığınacak bir yer bulacak kadar şansı da yoktur… Sebebini babaların evlatlarını inançlı yetiştiremediklerine bağlasak bile; şartlar ne olursa olsun bu hiçbir zaman, bir evladın babasına karşı gelmesini, isyan etmesini (küfre ve şirke davet etmesi hariç), ya da dövmesini meşru gösteremez!... Ama gelin görün, yaşadığımız çağda, Modernizm putunun gölgesinde yetişen nesillerde; ne ana ne de baba hukukunu anlayacak kadar basiret ve akli melekleri kalmamıştır. Babalar (!) günüymüş, analar günüymüş (!) gibi saçma söylemlerinin hiç biri; bir evladın şefkat bekleyen babasının,titrek soğuk ellerine dokunacak sıcak dudakları kadar etkili olamaz…
” Şöyle bir hikâye anlatılır: “Vakt-i zamanında evin babası iyice yaşlanıp takatten düşünce, evdeki çocuğuyla gelini ondan kurtulmanın bir yolunu aramaya başlarlar. Derken, oğlu babasını sırtına alır ve evden çok uzak bir yer olan ıssız çöle bırakmaya karar verir. Babasını oraya bırakıp, tam gideceği sırada babasının güldüğünü görür ve sebebini sorar: “Neden gülüyorsun ki, dediğinde babası ona; çünkü bende babamı yıllar önce buraya bırakmıştım da, aynısının başıma geleceğini hiç düşünmemiştim. Yani, bak evlat, yarın aynısı senin de başına gelecektir dediğinde, oğlu akıllanır ve babasını hemen sırtladığı gibi geri eve götürür.
Şiirde geçtiği gibi: “Baba candır, Ana yardır.” Aile yemyeşil bir bahardır. Kadr-u kıymet bilmezlere, yaşamak “ar” dır!... Babalarımızın değerini öldükten sonra değil, hayattayken bilelim… Vesselam. 28 Şubat 2019
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum