Ramazan-ı Şerif, insanlığın dünya ve ahiret mutluluğunun anahtarı ve hayat kılavuzu olan Kur’an-ı Kerim’in insanlıkla buluştuğu kutsal bir zamandır. Bu itibarla Allah katında değeri pek büyüktür. Yüce Allah, O’nun indirildiği geceye “Kadr” adını vermiş ve “bin aydan daha hayırlı olduğunu” ilan etmiştir. Kulların da ona gereken saygı ve önemi göstermelerini istemiştir. Demek Ramazan-ı Şerif’e değer kazandıran Kur’an’dır.
Ramazan-ı Şerif, ancak yüksek manevî duyguların ve iman yüklü kalbin algılayabildiği, aşağılık hayvani hislerin fark edemediği bir atmosferdir. Nasıl ki kapalı, karanlıklı fırtınalı ve dondurucu kış günlerinden sonra doğan bahar güneşi, göz kamaştırıcı aydınlığıyla beraber karları eritip akarsuları coşturur; Onun etkisiyle yer altına sinen canlılar bile dirilir; kuşun, tavuğun ağaçların fistanları yenilenir, en süslü, çiçekli güzellikleri kuşanır; dağın elbisesi, sahranın yüz örtüsü yenilenir; her tarafta görülmemiş bir şenlik, bir bayram ortamı oluşur. Sadece kuytulara, karanlık oyuklara alışmış yırtıcıların ve ışığa düşman yarasaların huzuru kaçar. Aynen bunun gibi Ramazan-ı Şerif manevi âlemlerin baharı durumundadır. Kur’an güneşinin insanlıkla buluşması kalp, ruh ve tüm hayatta görülmemiş inkılâplar yapmış, vicdanları harekete geçirmiş, yüreklerde cennet bahçelerini oluşturmuştur. Ancak behimî hisler bunu idrak etmekten uzaktır. Karanlıklara alışıp da bu güneşten rahatsız olanlar gözlerini yumdukları için fark edemezler.
İmam Busirî Hazretleri, kâinatı nuruyla dolduran bu güneşi idrak edemeyenleri bir beyitle şöyle ifade etmiştir:
“Kad tünkiru’l aynu dav’e’ş-şemsi min remedin / Ve yünkiru’l-femu ta’me’l-mâi min sekamin“ (Bazen göz, rahatsızlığından dolayı güneşin ışığını inkar eder ve hastalıktan dolayı ağız, suyun tadını inkâr eder.)
Ramazan-ı Şerif, imanın enerjisiyle hissedilen ve faydalanılan bir nurdur. İnsanlığın kurtuluşu, tekemmül etmesi ve ahirete yönelik hedefleri itibariyle Allah katında ayrıcalıklı bir mahiyete sahiptir. Bu nedenle Kur’an’ın insanlıkla buluşması hatırasına sırf bir ikram-i ilahî olarak rahmet hazinelerinin kapıları açılır; mağfiret için görülmemiş fırsatlar sunulur. Böylesine saygın bir sürecin, şeytanın çirkin kışkırtmaları ve nefsin hayvani hevesleriyle bulanmaması, lekelenmemesi için Yüce Allah bu ay boyunca oruç tutmayı emretmiştir. Ramazan-ı Şerif ayrıcalıklı olduğu gibi, bu aydaki oruç da ayrıcalıklıdır. Onun için Peygamber (ASV) Ramazan orucunun diğer zamanlardaki oruçlarla bir tutulmaması, çeşitli alışkanlıklarla sıradanlaştırılmaması ve Ramazan farklılığı bilincinin kazandırılması için, Ramazandan önce oruç tutulmamasını istemiştir. Başta Buharî olmak üzere bütün Kütüb-i Sitte’de yer alan hadis-i şerifte Peygamber (ASV) şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz bir-iki gün öncesinden oruç tutarak Ramazanı karşılamaya kalkmasın. Ancak belli günlerde oruç tutmayı adet edinmiş olan kimse, o gün orucunu tutsun." (Buhârî, Savm, 5, 14; Müslim, Sıyâm, 21)
Bu hadisi delil alan Hanefilere göre, Ramazan’dan bir-iki gün önce oruç tutmak tahrimen mekruhtur.
Hadis-i şerifte “kişinin tutmayı alışkanlık haline getirdiği oruç o güne rastlarsa onu tutsun.” Şeklinde istisna edilen oruç, yıl boyu bir gün tutulup bir gün tutulmayan Davudî oruç yahut haftanın, ayın belli günlerinde tutmayı adet edinip de bu orucun Ramazandan bir-iki gün öncesine rastlaması gibi oruçlardır. Kaza veya adak oruçları da bu kapsamda değerlendirilmiştir.
“Şek günü” denilen ve Ramazan ayının başlayıp başlamadığına karar verilemeyen Şaban ayının otuzuncu günü oruç tutmak, Hanefilere göre yine tahrimen mekruh, Şafiîlere göre haramdır. Peygamber (ASV): “Şek gününde oruç tutan kişi, Ebü'l-Kasım’a (ASV) isyan etmiş olur.” (Ebû Dâvûd, Savm 10; Tirmizî, Savm 3.) buyurarak, farz orucun kesin sınırlarının belli olması gerektiğine, şüpheye yer olmadığına, şüpheli günün kesinlikle Ramazan olmadığına dikkat çekmiştir.
Tirmizi ve Nesâî’nin diğer bir rivayetinde “bir-iki gün önce” tabiri yerine “Ramazandan önce” ifadesiyle şöyle buyurmuştur: "Ramazandan önce oruç tutmayınız. Ramazan hilâlini gördüğünüzde oruca başlayınız; Şevvâl hilâlini gördüğünüzde oruca son veriniz. Hilâli görmenize bulut mani olacak olursa, günü otuza tamamlayınız." (Tirmizî, Savm, 5; Nesâî, Sıyâm 13)
Yine Tirmizî ve Ebu Davud’ta yer alan hadiste de Peygamber (ASV)’ın şöyle buyurduğu Ebu Hüreyre (RA)’den rivayet edilmiştir: "Şaban’ın ikinci yarısında oruç tutmayınız." (Bazı rivayetlerde “Şabanın ikinci yarısı geldiğinde Ramazana kadar oruç tutmayınız” şeklinde varid olmuştur.) (Tirmizî, Savm, 37; Ebû Dâvûd, Savm, 13)
Bu hadis, Şaban ayının 16. gününden itibaren Ramazana kadar oruç tutmamayı ifade etmektedir.
Hanefi, Maliki ve Hanbelî mezhepleri bu hadise dayanarak, Şabanın ikinci yarısında oruç tutmanın mekruh olduğu görüşündedirler. Ancak, İmam Şafiî, Hz. Ömer, Hz. Ali, Ammâr, Huzeyfe, İbn Mes’ûd (RA) gibi bazı sahabiler ile Said b. Müseyyeb, Şa’bî, Nehaî, Hasan Basri gibi tabilerden kalabalık bir topluluğun görüşünü dikkate alan İmam Şafii, Şaban ayının son yarısında oruç tutmanın caiz olmadığını söylemiştir. (Tuhfetu’l-Muhtac,c.10,s.164.) Kuşkusuz bu yasak, belli günlerde oruç tutma alışkanlıkları olmayan ve üçayları oruçlu geçirmeyenler içindir. Sadece Ramazan’a yaklaşıldığı dönemde oruç tutmak isteyenlere yönelik bir yasaklamadır. Çünkü Ramazana, güçlü ve istekli bir şekilde ve Allah’ın emrine itaat zevkini yaşayarak Ramazana has duygularla başlanması daha uygundur.
Ramazandan önceki günlerde orucun menedilmesinin hikmeti: Ramazan-ı Şerifi daha dinç bir halde, Allah’ın emrini yerine getirmeye hazır bir duyguyla karşılamak; nafile oruçla Ramazanı karıştırmamak ve Hıristiyanların kendi bozuk görüşleriyle farzlara ilave yapmaları gibi bir ilavenin önüne geçmektir. Çünkü Resulullah (ASV) ehl-i kitabın ve bizden önceki ümmetlerin Allah’ın rızasına aykırı olarak yapmış oldukları işlerden ümmetini her fırsatta sakındırmıştır.
Bu konuda tüm hadisleri birlikte değerlendirdiğimizde, Şaban’ın ikinci yarısındaki oruç yasağının belli günlerde ya da üçaylar boyunca nafile oruç tutma adetleri bulunan Müslümanları kapsamadığı anlaşılır. Ancak bu yasak ve kısıtlama, nafile oruç tutma alışkanlığı bulunmayanlar içindir. Çünkü böyle kimselerin, Ramazan-ı Şerif’in iyice yaklaştığı Şaban’ın ikinci yarısından itibaren Ramazan’a karşı güç ve isteklerini yitirme ve Ramazan’ı layıkıyla karşılayamama ihtimali vardır. Ramazan’ın farkının net bir şekilde kavranması amaçlanmıştır.
En doğrusunu Allah bilir.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum