Gündüzü olmayan devamlı bir gece ya da gecesi olmayan devamlıbir gündüz. Yalınkat, sürekli ve asude bir karanlık içinde yüzüp gidenyaşanmaya değmeyen bir hayat. Şarkılar, şiirler, türküler ve ilahiler “ gökkubbe altında hoş bir seda ” bırakmakdışında hiçbir muammanın açılmasına yardımcı olmuyor.
Homeros havanda su döküyordu, Mikelanjelo zamanın öğütücü tesirinekarşı koymak için mermerden intikam alıyordu, Fuzuli sonsuzluk şarkısının hüznünü bir tek mısrada terennüm etmeyeçalışıyordu. Marquis de Sade”Kötülüğün İncili”ni yazarak insanınkaçınılması imkânsız olan ezeli yazgısına dikkatleri çekiyordu, tıpkıkendisinden yüzyıllarca önce aynı bilmece ile kıyasıya boğuşmuş, antik dramyazarı Sophokles gibi. Ortaçağ bütünanlatılagelen söylemin aksine o zifiri karanlık içinde sadece Dante gibi büyük bir dehaya evsahipliği yapması noktasında hayırla yad edilmeyi hak eden ‘aydınlık’bir çağ.
Sevdiklerini cennete, sevmediklerini ise büyük bir kahırlacehenneme yollayan “İlahi Komedya”yazarı, acaba gerçek manada edebi bir kumaş taşıyor muydu? Onu yüceleştiren ortaçağınzifiri karanlıklar mı yoksa benliğinde taşımış olduğu o öz cevher mi?Ebediyetin nabız atışlarının duyulduğu o görkemli Gotik mimari arkasında neyigizlemeye çalışıyordu acaba? Absürdün yüzüne koyu, karanlık bir peçe çekmekle,onu saklamaya çalışmak, rahiplerin en işgüzar faaliyetlerinden biri olsa gerek.O kadar karanlığa alışılmış ki minnacık bir mum ışığı dahi onları rahatsızetmeye yetiyor.
Şüphenin gayyası içinde yuvarlanıp giden kocaman çağlar,asırlar… Her devirde bir sfenks egemen, tanrı diye ona tapılır, onun içinsunaklarda kurbanlar adanır, imdada yetişmesi için ona dua edilir. Zekiaçıkgözler işin felsefesini yaparak baştan ayağa saçma olan bir inanışıyüzyıllarca gizem perdesi altında mutlak gerçekmiş gibi dayatabiliyorlarkalabalıklara. Ama kilisenin o mistik baskısına karşı direnebilmek nereye kadarmümkün olabilirdi ki? Modern zamanlarda bile en sıradan bir hurafe maneviyatpeçesi altında yıllarca saltanat sürebiliyor. Ona karşı gelebilmek için büyükbir cesaret, yılmayan bir irade lazım. Bununla birlikte insan, vehimlerin obuğulu, o alacakaranlık dünyasından kurtaramıyor kendini.
“Aydınlanma çağı”denen şey acaba gerçekten aydınlanma mı, yoksa karanlığın bir tabakasındandiğer bir tabakasına geçiş mi? Bir açıdan bakınca aydınlanma, diğer bir açıdanbakınca karanlığın bizatihi kendisi. Evet, kilisenin haksız ve hukuksuzsaltanatı yıkıldı fakat onun yerine daha haksız, daha hukuksuz laik, seküler,modern bir saltanat inşa edildi. Kilisenin saltanatı bireysel katliamlara sebepolurken günümüz modern seküler saltanat, kitlesel, hatta küresel katliamlarasebep oldu. Örnek iki dünya savaşı.
Batı, bir hurafeden kurtuldu fakat daha korkunç bir hurafeninkucağına düştü. Her çağ kendi câhiliyesini inşa eder, bütün yanlışları,pislikleri o çağa mal eder. Aydınlanma da bütün görünür ve görünmez günahlarınarağmen kendisinden önceki dönemi “ortaçağ”diye tesmiye edip özenli bir şekilde karantinaya alarak lanet mührünü bastıüzerine. Bizim Cumhuriyet dönemi intelijansiyasının Osmanlı devletine karşıyaptıkları sistematik kınama bundan pek farksız değildi.
Evet her çağın akil adamları, kendini yüceltmek adınakendisinden önceki zamanları lanet halkası içine alarak küçültmeye, hatta yoketmeye çalışır. Bu adamların, tarihin kendileriyle başladığı izleniminiuyandırmak için, yapmayacakları bilimsel kepazelik yok. Nazi Almanyası, Musolliniİtalyası, Lenin Rusyası, Mustafa KemalTürkiyesi…hep bu tarz bir mazi bakiyesi üzerine inşa edildi fakat maziyeait en küçük bir değer bile hüsn-ü kabul görmedi. Bırakın hüsn-ü kabulgörülmeyi, bilerek bütün o değerler çiğnendi, ayaklar altına alında, alaykonusu yapıldı.
Modernizm hakkında derin kuşkular içinde olan bazı post-modernzihinler ile üçüncü dünya ülkesi yürekli aydınların, spesifik ve irreele kaçanbazı anakronik okuma hatası olmalarına rağmen haklı oldukları noktalar saymaklabitmez. Edward Said, Ali Şeriati,Mutahhari, Seyyid Hüseyin Nasr, AbdülkerimSuruş, bizde ise Cemil Meriç, AliBulaç, Abdurrahman Arslan, Yusuf Kaplan ve daha nice uyanık zeka hep aynımâlum hakikati terennüm etti.
Seyyid Kutup, Hasan elBenna ve Mevdudi gibi bazı simalar ise konuyudaha özel, yanidaha İslamibir planda masayayatırarak eleştirmeye çalıştılar. Onlar, modernliğin teknik yönünden ziyadeahlaki ve sosyal açıdan neden olduğu çözülmeye dikkatleri çekmeye çalıştılar. İtirafetmeli ki birincilerin eleştirileri, ikincilere nazaran daha sahici bir düzlemüzerine oturuyordu, çünkü onlar vakıayı analiz açısından daha sağlam bir verikalabalığına sahiplerdi ama ikinciler kadar gönüllerde mâ’kes bulamadılar.İkincilerin gönüllere taht kurmaları vakıayı doğru okumalarından ziyade İslamisabiteleri romantizme, hatta zaman zaman fanatizmevaran bir duyarlılık içinde temsil etmeleriydi.
Hulasa, her çağ kendi sapmasını, Kur’an’ın tabiriyle kendi şirkinikendisi inşa eder. “Şirk muhakkak kibüyük bir zulümdür” tarzındaki ilahi ferman ise tamda bu manayı ima eder.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum