Reklam Alanı

ÜSTADIN TALEBELERİ

Reklam Alanı
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Reklam Alanı
Rahmetli babam 1962 yılında "müderrislik İcazeti”ni aldı ve Seydası ünlü âlim Molla Abdürrezzak'ın izin ve teşvikiyle Tuhup'ta Medresesini kurup müderrisliğe başladıktan sonra Risale-i Nurlarla tanıştı. Bir gün karşılaştığı bir medrese arkadaşı kendisine Bediüzzaman’dan söz etti. Babam, daha önce Bediüzzaman’ı ve Risale-i Nur’u duymuş ama bu eserleri hiç okumamıştı. Merak da etmiyor değildi fakat bu eserlere ulaşmak zor görünüyordu. Risale-i Nur, o zamanlar yasaklı durumdaydı. Elle yazılıyor, gizlice yayılıyordu. Bir gece Bediüzzaman babamın rüyasına girdi. Babam ömür boyu etkilendiği bu rüyasını bize şöyle anlattı: “Bedüzzaman’ı sarığı, cübbesi ve heybetli duruşuyla gördüm. Elindeki küçük bir kitap vardı, bana uzattı ve “Bu benim hediyem olsun, al bunu oku!” dedi. Ben de sevinçle elinden aldım. Kitabın kapağında “Meyve Risalesi” yazıyordu. Rastgele bir sayfa açtım ve okumaya başladım. O sayfayı sonuna kadar okudum. Çok hoşuma gitti. Sonra uyandım, rüyanın çok etkisinde kaldım. Okuduğum sayfa aklımdaydı. Ertesi gün bir iş nedeniyle Mardin’e gittim. Çarşıda bir kitapçının önünden geçerken vitrine bakmak için önünde durdum. Kitaplara çok meraklı olduğum için kitapçıların önünden geçerken mutlaka vitrine bakardım. İlk bakışta vitrinde duran bir kitap gözüme ilişti. Bediüzzaman’ı gördüğüm rüyayı hatırladım. Kapağında aynen rüyada gördüğüm gibi “Meyve Risalesi” yazıyordu. Heyecan ve merakla kitapçı dükkânına girdim. Hemen Meyve Risalesini istedim. Vitrinden çıkarıp bana uzattı, rastgele bir sayfa açtım, ilk satırlarından, rüyada okuduğum sayfanın aynısı olduğunu anladım. O sayfa da aklımdaydı. Hayretler içinde kaldım. Hemen parasını verip kitabı aldım. Medreseye getirip okudum, farklı bir anlatım tarzıyla içindeki bilgiler beni çok etkiledi. Risale-i Nur’la tanışmam böyle oldu.” Babam, büyük bir ilim hazinesinin kapısını araladığını fark etmişti. Daha sonra Bediüzzaman’ın diğer eserlerini de aramaya koyuldu, Sözler, Lem’alar ve Mektubat’ı bulup aldı. Medresede talebelere de bu eserlerden ders vermeye başladı. Sonradan Arapça Risale-i Nur eserlerini de temin ederek büyük bir titizlikle okumaya, üzerinde çalışmaya ve ders vermeye devam etti. Bendeniz de yetersiz olmakla beraber ondan istifade eden talihlilerden olduğumu düşünüyorum. Meyve Risalesi, babam, talebeleri ve hatta biz çocukları için adeta cennet meyvelerinin tohumu, çekirdeği mahiyetindeydi. Hayatta iken Üstad’la görüşmesi babama nasip olmadı ama onun talebelerinin hemen hemen hepsiyle görüşme ve tanışma imkânı oldu. Üstadın talebelerinin özel derslerine ve istişare sohbetlerine icabet etti. Gittiği her yerde risale-i nur derslerine katıldı. Bir gün davet edildiği bu özel sohbetlerden birine yanında medresesinden bir talebesini de götürmüştü. Üstadın bir talebesi, risaleden bir ders yaparak izahatta bulununca bu durum, babamın talebesinin tuhafına gitmişti. Seyda’sının bulunduğu yerde hiç kimsenin konuşamayacağını, sadece Seyda’nın konuşup açıklama yapacağını sanıyordu. Oysa Seyda olmayan biri, müderris ve âlim bir Seyda’nın yanında çekinmeden ders yapıyor, ayet ve hadisleri izah ediyordu. Bu duruma çok şaşırmış ve babama sormadan edememişti: “Seyda, sizin olduğunuz yerde medrese tahsili olmayan bir kimse nasıl konuşur, nasıl ders yapabilir? Ve siz de hiç müdahale etmeden onu dinlediniz. Siz varken buna nasıl cüret edebilir?” Babam çok manidar bir cevap vermişti: “Ders yapmak, konuşmak onların hakkıdır, bizim konuşma hakkımız yoktur. Çünkü Kur’an’ın ve Müslümanlığın yasaklandığı, dinin emirlerin ayaklar altına alınmak istendiği, din adamlarının ya teslim olduğu veya korkusundan saklandığı dönemde bu yiğitler üstadla birlikte ortaya çıktılar, kefenlerini yanlarında taşıyarak Kur’an’ı ve İslam’ı müdafaa ettiler, çilesini çektiler. İstisnalar hariç çoğu medrese hocaları, âlimler bile korktular ve tepkisiz kaldılar; İman ve Kur’an mudafaasını yapan, din düşmanlarıyla mücadele eden Risale-i Nur’a sahip çıkmadılar. İşte o yüzden şimdi konuşma ve ders yapma hakkı bu kahramanlarındır..” Bediüzzaman’ın talebeleri kuvvetli ve tahkiki imanı elde etmiş alabildiğine mert, yürekli ve yiğit insanlardır. Hiç kimsenin korkudan yüzüne bile bakamadığı, kendisine selâm vere nlerin bile tutuklandığı ve hergün işkencelerin idamların olduğu dönemde talebeleri, imanın verdiği cesaretle Bediüzzaman'ın koluna girer, onunla birlikte hapis yatarlardı. Tarihimizde kapkara bir leke olarak duran Kur'an'ın yasaklandığı, ezan yerine zorlaTürkçe bir şarkı okutulduğu o zamanda bu yiğit insanlar hayatlarını ortaya koyarak üstadla birlikte Kur'an'a ve imana hizmetkâr olmuşlar, bu yolda hiçbir fedakânlıktan çekinmiyorlardı. Risale-i Nurları yazar, neşreder ve dağıtımını yaparlardı. Her biri İslam'ın asrımıza devrettiği miras adamlardandı. Üstad adeta Asr-ı Saadet’e bir pencere açmış, talebeleri de ayinedarlık edip o asrı bize gösteriyorlardı. İşte onlardan biri olan Mehmet Fırıncı Ağabey de geçen gün Rabb-i Rahim’ine kavuştu. Kendisine ve bu vesileyle muhterem Üstad’a, vefat etmiş diğer talebelerine, babama ve ahrete intikal etmiş bütün ehl-i imana bir kez daha rahmet dilerim.
ÜSTADIN TALEBELERİ
Reklam Alanı

İptal

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

0 Yorum

Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!

Tekrar deneyiniz.