İslam’a göre dünyada barış ve huzur içinde yaşamak, insanlarla iyi geçinmek, hoşgörülü ve tahammüllü olmak esastır. Gerekmediği zaman savaştan, saldırganlıktan, yıkım ve tahribattan uzak durmak istenmiştir. Ancak gerektiği zaman Müslümanlara, güçleri nisbetinde Allah’ın belirlediği sınırları çiğnemeden savaşmak da emredilmiştir. Müslümanın canı, malı, namusu ya da vatanının, düşman tarafından saldırıya maruz kalması veya İslam’ın tebliğine engel olunması durumlarında savaş kaçınılmaz olur. Allah’ın dinini tüm dünyalılara duyurmak, tanıtmak ve bu dini kabul etmeleri için gereken bilgileri vermek tebliğ dediğimiz işlemdir ki Müslümanlara farz kılınmıştır. Ancak Müslümanların tebliğdeki dostane ve barışçıl yaklaşımına karşılık düşmanca saldırgan bir tutum sergilenirse, Müslümanlar da kendilerini savunur ve gerekirse tehdit merkezini bertaraf için fethedeler. İşte İslam’da savaşın ve fetihlerin gerekçesi budur.
Fethedilen memleketin mülkiyeti artık düşman kuvvetlerinden çıkmış, Müslümanların malı olmuştur. Elde edilen mallar ganimet olarak İslam hukukunun kurallarına uygun şekilde savaşa katılan askerlere pay verilir. Müslümanların lideri, fethettiği memlekette Müslümanların maslahatına uygun olarak istediği tasarruflarda bulunabilir, istediği değişiklikleri yapabilir. Bu yetki İslam’ın kendisine tanıdığı yetkidir ki İslam hukukunda buna “kılıç hakkı” veya “fetih hakkı” denir. Bu, birleşmiş milletlerin, ya da beşeri güçlerin tanıdığı bir hak değil, İslam’ın “fatih” olan komutanına tanıdığı bir haktır. Savaş ve fetih İslam için yapılmış. Bu kutsal savaşa gâzâ veya cihad, öldürülen mücahitlere şehid, hayatta kalanlara gâzî, elde edilen mallara da ganimet denir. İşte “fetih hakkı” da bu kavramlar gibi İslam’ın kavramıdır.
Fetihlerde güç ve hükümranlık gösterisi yapılır, bunun da sembolleri olur. Yani düşmana karşı İslam’ın hükümranlığını ve gücünü gösterip bütün bütün ümitlerini kıracak sembolik işlemler yapılır. Dikkat edin "İslam'ın" diyorum, şahısların veya ırkın demiyorum.. Mesela Peygamber (asv) Hayber fethinde Hayber'in reisinin kızı Safiyye ile evlenmiştir. Bu evliliğin Yahudilere karşı sembolik özel bir anlamı vardır. Keza Mekke fethinde, Kâ’be’yi putlardan temizletmiştir. Ayrıca yıllarca müşriklerin reisi olan Ebu Süfyan'ın evine sığınanlara emân verildiğini ilan ederek güç gösterisi yapmıştır. Yani Mekkelilere, "Bakın sizin başınız teslim olmuştur ve kendi isteği ile benden af diliyor. Bizim yapacağımız bir iyiliğe muhtaç durumdadır.." mesajını vermiştir.
İstanbul fethinde de Ayasofya'nın cami yapılması, Hıristiyanların hakkında efsaneler ürettikleri en kutsal eserlerini ele geçirip güç ve hükümranlık gösterisinin sembolüdür. Hıristiyanların Ayasofya’ya yaklaşımı ile Mekke müşriklerinin Kâ’be’ye yaklaşımı benzerlik göstermektedir. Müşrikler de Kâ’be’nin peygamberimiz (ASV) tarafından asla ele geçiremeyeceğine inanıyorlardı. Hatta birçoğu, “Eğer Muhammed burayı ele geçirirse, doğru olduğu ortaya çıkmış olur ve artık hiç kimse ona karşı koyamaz.” Diyorlardı. Hıristiyanların da benzer şekilde, “Ayasofya ilahi koruma altındadır, hiç kimse onu ele geçiremez.” Şeklinde inançları vardı.
Yıllarca Haçlı seferleriyle İslam coğrafyasını kana bulayan Hıristiyanlara karşı sembolik olarak, "İşte bizim gücümüz, sizin asla ele geçirilemez zannettiğiniz en kutsal gördüğünüz kilisenizde ezan okuyoruz. Batıl inançlarınız sizi koruyamadı. Akıllı olun, yıllardır mücadele edip durduramadığınız İslam’a teslim olun." mesajı vermektir. Bu açıdan Ayasofya fethin sembolüdür ve cami olmalıdır. Hak dinin kucaklayıcılığını göstermesi bakımından da önemlidir. Düşünün, Sultan Fatih Ayasofya’yı, Hıristiyanların ele geçirdikleri camilere yaptıkları gibi başka bir şeye, hakaret olacak yahut rencide edici bir mekâna değil, İslam’ın da kutsalı olan camiye çevirmiştir.
Konumuza ışık tutması bakımından, Havranın yıkılıp yerine cami yapılması ile ilgili bir hadis rivayetini de vermek istiyoruz. Sahabeden Yemame’de yaşayan Beni Hanife kabilesine mensup Talk bin Ali (RA) kabilesinden bir heyetle Medine’ye geldiklerinde Peygamber (ASV’ın huzuruna çıkıp Müslüman olmuşlardır. Harç karma ustası da olan Talk bin Ali, o sırada yapımı devam eden Mescid-i Nebevî’nin inşasında da birkaç gün çalışmış, Peygamberimiz (ASV) “Şu Hanefî gerçekten harç ustasıymış” buyurarak onu takdir etmişti. Talk bin Ali, Medine’den ayrılacakları zaman Peygamber (ASV)’dan bir isteklerini şöyle rivayet etmiştir:
“Rasûlullah (ASV)’a, memleketimizde bir havra olduğunu haber verdik. Abdest suyundan arta kalanını bize hediye etmesini istedik. Bunun üzerine Rasûlullah (ASV), su getirtti, abdest aldı, suyu çalkalayıp bir kaba döktü. Suyu almamızı emrederek: 'Şimdi çıkıp gidin, memleketinize varınca havranızı yıkın, onun yerine bu suyu serpin ve onun yerine mescid yapın’ buyurdu. Biz de: ‘Memleketimiz uzak, sıcaklar fazla, bu su buharlaşıp yok olabilir.’ Dedik. Bunun üzerine: 'O suyun üzerine su ilave edin, ilave edeceğiniz su onun özelliğini bozmaz.' buyurdu." Yola çıktık, memleketimize geldik. Havrayı yıktık ve o yere o suyu serptik ve orayı mescid olarak kullandık, orada ezan okuduk. O Havranın Rahibi Tay kabilesinden birisi idi; bizim okuduğumuz ezanı işitince şöyle dedi: 'Bu hak bir davettir.' (Daha sonra) Vadinin yamaçlarına doğru yöneldi. Bir daha onu görmedik.” (Nesai, Mesacid 11) Ezanı da orada Talk bin Ali (RA)’ın okuduğu rivayetlerde vardır.
İslam adına yapılan ve “Hadis-i şerifin müjdesine mazhar” diye övünülen bir fetih sadece şahıslara veya bir ırka mal edilmemelidir. Hem İslam’ın kavramlarıyla açıklamak, hem de İslam ümmetinden sadece bir ırkın üstünlüğüne alet etmek, İslam ümmetinin birliğine haksızlıktır. İstanbul’u fetheden komutan Türk’tür ama onu fetheden asker Türklerden ibaret değil, muhtelif ırklara mensup müslümanlardır. Nitekim İstanbul’un fethinde önemli katkısı bulunan Fatih’in hocalarından Molla Gürani’nin kürt olduğu birçok kaynaklarda yer almıştır. Fatih de Türklük adına değil, İslami fetih olarak harekete geçmiştir. Şimdi milli yönlere çevirmek yanlıştır. Peygamber (ASV) Mekke'yi Allah'ın dini İslam adına fethetmiştir, asla Araplık veya kabilesi Kureyş adına değildir. İslam adına olmayan hiç bir fethin İslam nezdinde bir değeri yoktur.
Yıllarca Risalele-i Nur’a fedakârca hizmet eden, İnebolu eşrafından Selahaddin Çelebi Bediüzzaman’la ilgili anlattığı bir hatırasında şunları söylemiş: "Üstad Bediüzzaman’ı ziyaretimin birinde Ayasofya hakkında düşüncelerini sormuştum. 'Keçeli, keçeli' diye güldü. Sonra birden ciddileşerek 'Ayasofya, Hristiyanlığın, İslâmiyete devir ve tesliminin bir âbidesidir. Bunun için kilise iken cami olmuştur. Elbette tekrar camiye çevrilecektir.' dedi. (Necmeddin Şshiner, Son Şahitler.)
Asırlarca cami olarak hizmet veren Ayasofya İslam ve cami düşmanlarını memnun etmek için müzeye çevrilmiş ve 86 yıldır kurtarılmayı bekliyordu. Nihayet ikinci kez sembol olmak üzere camiye dönüştürüldü. İlk kez camiye dönüştürülmesi Hıristiyan zalimlere karşı fetih sembolü iken ikinci kez camiye dönüştürülmesi de günümüz cami düşmanları zalimlerin zincirlerinin kırılmasına sembol oldu.
Zalimlerin burun kıvırmasına rağmen dünyadaki bütün Müslümanları memnun eden Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürülmesinde başta cumhurbaşkanımız olmak üzere emeği ve katkısı bulunan ve tüm yetkilileri kutluyoruz.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum