İnsan vücudunun gelişmesi ve hayatını sürdürebilmesi için gerekli gıdalarla beslenmek zorundadır. Bu besinler de yaşlara göre miktar ve çeşit bakımından değişir. Yeni doğan bir yavrunun beslenmesi ile çocukluk, gençlik ve yetişkinlik evrelerindeki beslenme farklı farklıdır. Dişsiz olarak dünyaya gelen bebek bir süre yalnızca anne sütüyle beslenir. Ancak vücut gelişip büyüdükçe çiğnemesi gereken gıdalara da ihtiyacı olur, buna bağlı olarak dişleri çıkmaya başlar. Bu evreden sonra anne sütü vücudun ihtiyacına yetmez. İki yaşını bitirince artık sütten kesilir, acısız, ağır olmayan, hazmı kolay ve daha çok sıvı gıdalar alır.
Çocuklar belli bir yaşa kadar acı biber, acılı lahmacun, çiğköfte yahut yağlı ve ağır yemekler yiyemez, çok soğuk su ya da çok sıcak çay içemezler. Lezzet almayı sağlayan damak hücreleri gözle görülen vücut gelişimiyle orantılı olarak gelişirler. Bu nedenle 15 ve daha yukarı yaşlarda alınan lezzet üç yaşındaki bir çocuktan beklenmez. Demek besin ihtiyacı yaşlara göre farklı olduğu gibi, besinlerden alınan lezzet de buna göre farklılık arz eder. Buna bağlı olarak yemeklere karşı iştah ve isteklilik de değişir. Örneğin, çocuklar ve gençler bamya yemeğini sevmezler. Çünkü bamyadan alacakları lezzet ancak yirmili yaşlarda ortaya çıkar. Kızartma türü besinler onlara daha çok cazip gelmektedir. Onun içindir ki gençler, belli bir yaşın üstüne çıkmış büyüklerin lezzet anlayışını beğenmezler, büyükler de gençlerin besin tercihlerine karşı çıkarlar. Ailelerde yemek konusunda sıkça tartışma yaşanır. Oysa aile büyüğünün bugün direttiği yemeklere çocukluğunda veya gençliğinde kendisi de karşı çıkmıştır. Hafızasını yoklarsa hatırlayacaktır.
Vücudun söz konusu besinlere ihtiyacı gibi, kalp ve ruhun da manevi gıdalara ihtiyacı vardır. Dinin emir ve yasakları, iman, ibadet, zikir insanın mükemmellik yolunda ve manevi gelişiminde zorunlu gıdalardır. Bunlar da yaşlara göre değişir. Yüce Yaratıcı buluğ çağına kadar çocukları dinin emir ve yasaklarıyla sorumlu tutmamıştır. Büyüklerin bile anlamakta zorlandığı dini kavramları, çocukların anlamasını beklemek yanlıştır. Oyun çağında olan çocuklara ciddi olan ibadetler uygulatılmaz, ya usanç verir ya da ibadetleri oyun olarak görür. Bu da ileriki yaşlar için tehlikeli bir bakış açısının oluşmasına sebep olabilir. Örneğin Peygamber (ASV), ruhun gıdası olan namaza alıştırma yaşını yedi olarak belirlemiştir. Bu yaştan önce çocuklara sözlü olarak namazla ilgili hiçbir uyarı ve öğüt verilmemelidir. Sadece anne ve babasının namaz kılışlarını görmesi yeterlidir, namaz eğitiminde bu yaşlardaki çocuklar için en etkili yöntem de budur. Yedi yaş öncesi dönem tamamıyla oyun çağı olduğu için, bu dönemde onları camiye götürmek de sakıncalıdır. Caminin ciddiyet ve mahiyetini kavraması mümkün değildir. Namazı bir oyun olarak algılar ve bu onun şuur altına yerleşir. Bu durum ileriki yaşlarda camiye ve namaza karşı olumsuz bir tutumun oluşmasına yol açabilir. Onun içindir ki Peygamberimiz (ASV) şöyle buyurmuştur:
“Çocuklarınızı, delilerinizi, satın almanızı, satışınızı, münakaşalarınızı, seslerinizi yükseltmeyi, had cezalarınızın tatbikini mescitlerinizden uzak tutun.” (İbnMâce, Mesâcid, 5, Hadis no: 750.)
Yine küçük yaşlarda çocuklar, iman esaslarıyla ilgili kavramları, şer’î hükümlerin hikmetlerini ve olgunluğu sağlayan ahlaki ilkeleri anlayamazlar. Bu tarz kavramlar, büyüklerin ancak anlayabildiği şekle göre değil, çocukların anlayabileceği şekilde uygun basit temsillerle anlatılmalı, ancak gerçek kavrayış ileri yaşlara bırakılmalıdır.
Çocuklara matematik ve fen gibi okul derslerinde çok basitten zora doğru bir öğretim tekniği uygulandığı bilinmektedir. Lise seviyesinde bir matematik eğitimi ilkokulda verilse hiçbir sonuç alınamayacağı gibi, dini kavramlar, ibadetler ve bir kısım ahlaki ilkeler de çocukların yaşlarına uygun basitlikte verilmelidir. Yoksa hiçbir sonuç elde edilmez, hatta olumsuz gelişmelere sebep olabilir. Çünkü insan bilmediği şeye düşman olur. Çocukların kavrama düzeyinin üzerinde bir din öğretimi veya uygulaması, dine karşı sevimsizlik ve düşmanlığa yol açar. Anne ve babaların buna dikkat etmeleri gerekir.
Korona salgını, birçok olumsuzluklarının yanında, anne ve babaların çocuklarına daha fazla zaman ayırmalarını sağlamak gibi olumlu fırsatları da oldu. Okul, eğitimde önemli bir unsur olmakla birlikte, ailenin katılımı olmazsa okulun hiçbir işlevi olmayacağı muhakkaktır. Ama okul olmadan da ailenin eğitimdeki etkisi büyüktür. Aileler bunu iyi değerlendirmelidirler. Olumsuzluklardan da fırsatlar oluşturulabilir. Çocukların dini eğitimi ihmal edilmemelidir.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum