Uhrevî büyük fırsatlar ayı olan Ramazan’a bizi kavuşturan Allah’a hamd olsun! Kur’an’ın nüzulüne ev sahipliği yaptığı için hadis-i şeriflerde “Kur’an ayı” olarak nitelenmiştir.
Yaklaştıkça insanların içine bir tedirginlik, bir hüzün düşürmekle beraber dillerde “rahmet, bereket, sevinç” gibi kavramlarla tanıtılmaktadır. Bazı istisnaları hariç olmak üzere insanların geneli Ramazana karşı ikiyüzlüdür.
Bu yıl, başta Ka’be-i Muazzama olmak üzere bütün camileri, dini merkezleri kapattıran koronavirüs krizinin gölgesinde Ramazan-ı Şerif’i idrak ediyoruz. Bütün İslam Âlemi olarak bir burukluk içindeyiz.
Uzmanlarımızın bildirdiği kural ve tavsiyelere uyarak, hem kendimizi koruma altına almış hem başkalarını da tehlikeye atmamış oluruz. Bu virüs çok kolaylıkla bulaştığı ve birçok kişi için ölümcül olduğu için, belirtilen kurallara uymak toplum sağlığını korumak için olduğu kadar, kul hakkına girmemek için de önem arz etmektedir. Kul hakkının en küçüğünü çiğnemekten şiddetle kaçınması gereken Müslümanlar, neûzubillah, başkalarının ölümüne sebep olmak gibi dehşetli bir günahın altından nasıl kalkabilirler? Bu nedenle bu Ramazan-ı Şerifte cemaatle yapılan ibadetlerden ve toplumsal dini faaliyetlerden kaçınmaya devam etmeliyiz.
Unutmayınız ki, İslam’da cemaatle yapılması gereken ibadetler pek azdır, yalnızca Cuma namazı ve bayram namazlarıdır. Şafiî mezhebine göre, cemaatle olması gereken sadece Cuma namazıdır, bayram namazları da ferdi olarak kılınabilir. Diğer farz, vacip, nafile tüm ibadetler için cemaat zorunluluğu yoktur. Hatta virüs tehdidi olmasa da nafile ibadetlerin ferdi olarak yapılması esastır. Bu itibarla Ramazan-ı Şerifte nafile olan teravih namazı, zikir ve duaların cemaatle değil, bireysel olarak eda edilmeleri daha makbul ve daha önceliklidir.
Bu virüs tehdidi birçok konuda ders ve ibret almamızı sağladığı gibi, bir yönüyle de Ramazan-ı Şerif’i olması gereken konumuna getirmeye sebep olmuştur. Muhlis ve samimi müminleri tenzih ederim ama geçen yıllarda camilerde, açık havada ve salonlarda toplu halde yapılan ibadet, dua ve zikirlerde samimiyetten, ihlâstan uzak, riya kokan, gösteri ve şov formatında izlenimler ediniyordum. Ramazan gecelerinde bir kısım parklarda, yüksek ses cihazlarıyla gürültülü olarak icra edilen dini müzikli, dualı eğlenceleri şahsen tasvip etmediğimi belirtmeliyim. Özel ibadetlerimize engel olacak, ibadet huzurumuzu bozacak ölçüde gürültülüydü. Bu da kul hakkını ihlal edici bir özellik taşıyordu. Beni bağışlayın, bu durumda virüs tehdidi sayesinde özel ibadetlerimizi sükûnet ve huzur içinde rahatlıkla eda edebilme imkânına eriştik.
Oruç zahmetli bir ibadettir. Ama asıl güzel olan tarafı bu zorluklara Allah’ın emriyle katlanmaktır. Çünkü Allah’ın emrini yerine getirmek güzeldir, insana mutluluk verir. Yanımızda değeri olan bir büyüğümüzün zahmetli de olsa isteğini yerine getirmek bir zevk yaşattığı gibi, Yüce Allah’ın yüzde yüz bizim maddi ve manevi çıkarımıza olan oruç emrini yerine getirmek de büyük bir keyif ve zevk veriyor. Yaşattığı bu büyük manevi haz ve sevinç orucun zahmetlerini unutturuyor, insanı bambaşka bir âleme götürüyor. Allah’ın emrini yerine getirmeden doğan sevinç, hiç bir nimetin vermediği bir lezzet veriyor. Bundan dolayıdır ki peygamber (ASV) Recep ayına erişince “Allahım, Recep ve Şaban’ı hakkımızda mübarek kıl, bizi Ramazan’a kavuştur” diye dua etmiştir.
Ramazan, bu açıdan insana güzel duygular kazandırmaktadır. Irkları, renkleri, düşünceleri farklı olsa da tüm İslam âlemi birlik olur; aynı zatın emriyle belli saatler süresince aç ve susuz kalır; her imsak vaktinde Allah’ın “yemeyi, içmeyi bırak!” emrini duyar gibi oruca başlar; akşam iftar vaktinde de “yeme-içmeye başla!” emriyle beklemeden orucu açar. Allah’ı görürcesine ve her an onunla birlikte olduğunu hissederek bir ay süreyle bu yaşantının tekrar etmesi, büyük manevi lezzetler veren duyguların kazanılmasını sağlıyor.
İnsanın Rabbinden başkası, ona aç ve susuz kalmayı emredemez. Allah’tan başka hiçbir güç insanı aç ve susuz kalma emrine itaat ettiremez. Allah’ı görmedikleri halde gabya iman eden müminler, hiçbir baskı olmaksızın kendi isteğiyle Allah’ın emrine itaat ediyor. Bütün bunlar, insana cennet tadında duygular kazandırır.
Ramazan’da her günün orucunu dikkatle yaşamak, oruca başlama ve akşam iftar etmedeki ilahi emrin farkında olmak için sahura kalkmak, sahuru imsaka kadar geciktirmek ve iftara acele etmek emredilmiştir. Peygamber (ASV) bununla ilgili olarak: “Nübüvvet amellerinden biri de iftarın ta'cili (acele edilmesi), sahurun da te'hir edilmesidir.” Buyurmuştur. (Muvatta’, Kasru’s-Salât,16.)
“Fecirde beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin için. Sonra da orucu gece oluncaya kadar tamamlayın.” (Bakara, 187) ayeti sahura kalkmak ve sahuru imsak vaktine kadar geciktirmek gerektiğine işaret etmektedir.
Ramazan orucu aynı zamanda manevi bir temizliktir. Nefis ve şeytanın bağlı tutulmasıyla kötü duygular da zincire vurulmuş olur; kişideki yüksek duyguların hareketine yol verilir. Çekilen sıkıntılar günahlara kefaret olur, insan manevi yönden arındırılır. Ancak, bu kazanımlar için oruca güzel bir sabır ve çevresine hoşgörü şarttır. Oruçlu olduğu için asabi, her hali sıkıntılı, çevresine tedirginlik yaşatan durumlar ne yazık ki uhrevî kazanımları kaybettirmeye sebep olabilir. Bu itibarla, idealleri uğruna yıllarca tutuklu veya hapis yaşayanlar nasıl bir sabır gösteriyorsa, ebedi bir hayat uğruna bir ay nefsin tutuklanmasına sabır göstermek gerekir.
Ramazan-ı Şerif’i maddi ve manevi arınmaya fırsat ve vesile kıldığı gibi, Ehl-i imanı bu virüs musibetinden kurtarmasını ve hayırlara kavuşturmasını Yüce Allah’tan niyaz ederim. Bu duygularla bütün okuyucularımın Ramazan-ı Şerif’ini tebrik eder, sıhhat ve afiyetler dilerim.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum