Reklam Alanı

MECUSİ VE İSLAM ADALETİ

Reklam Alanı
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Reklam Alanı
Muhterem Kardeşlerim… Kılıç korkusu ile Müslüman olan, bu korku gidince hemen eski dinine dönebilir. Müslümanlığın her tarafa yayılması İslamiyet’in hak bir din olduğunu göstermektedir. Eshab-ı Kiramın tamamı severek, isteyerek Müslüman olmuştur. İslam’ın adaletinden dolayı seve seve Müslüman olanlar az değildir. Bir misal olarak bir Mecusi’nin Müslüman olmasını bildirelim. Hazreti Ömer, Halife iken, Şark cephesi kumandanı olan Sad bin Ebi Vakkas hazretleri, Kufe şehrinde bir bina yaptırmak istedi. Arsaya bitişik bir Mecusi’nin evini satın almak icap etti. Mecusi satmak istemedi. Evine gidip hanımına danıştı. Bu da, “Onların Medine’de bir Emirleri var. Ona gidip şikayet et” dedi. Medine’ye gelip Halifenin sarayını aradı. Dediler ki: - Onun sarayı, köşkü yok. - Peki şimdi nerededir? - Şehir dışına çıktı. Gidip aradı. Askerleri, muhafızları göremedi. Toprak üstünde uyumuş birini görüp dedi ki: - Halife Ömer’i gördün mü? - Onu niçin arıyorsun? - Onun kumandanı, benim evimi zor ile satın almak istiyor. Onu kendisine şikayet etmeye geldim. - Benimle gel! Mecusi’nin bilmeden konuştuğu Hazreti Ömer’di. Hemen Mecusi ile evine geldi. Kağıt istedi. Evde kağıt bulamadı. Bir kürek kemiği gördü. Kemik üzerine, Besmeleden sonra, “Ey Sad, bu Mecusi’nin kalbini kırma! Yoksa hemen yanıma gel” yazdı. Mecusi, kemiği alıp evine geldi. “Boşuna yoruldum. Bu kemik parçasını kumandana verirsem, alay ediliyor sanıp, çok kızar” dedi. Hanımının ısrar etmesi üzerine, Sad’a gitti. Sad, askerleri arasında oturmuş, neşe ile konuşuyordu. Sad’ın gözü, uzakta duran Mecusi’nin elindeki kemikteki yazıya ilişti. Emir-ül-Müminin Ömer’in yazısını tanıyıp ansızın rengi soldu. Bu ani değişikliğe herkes şaşırdı. Sad, Mecusi’nin yanına gelip dedi ki: - Her ne istersen yapayım, aman beni Ömer’in karşısına çıkarma! Zira, onun cezasına takat getiremem. Kumandanın bu yalvarmasını görünce, hayretten aklı gitti. Aklı başına gelince, hemen Müslüman oldu. Mecusi’nin Müslüman olduğunu duyan arkadaşları sordu: - Hemen nasıl Müslüman oldun? - Emirlerini gördüm. Yamalı hırkasını örtünmüş, toprak üstünde uyuyordu. Kumandanların bundan titrediklerini de gördüm. Bunların hak dinde olduklarını anladım. Benim gibi, ateşe tapan birine böyle adalet yapılması, ancak hak olan dine inananlarda olur. (M.Ç.Güzin) SOSYAL ADALET Sosyal adalet; asırlardan beri bütün rejimler ve bütün sosyal doktrinler tarafından düşünülen ve gerçekleştirilmesi arzu edilen bir husustur. Bir topluluğun düzenli, ahenkli olması ve fertler, zümreler arasında nefret ve düşmanlık bulunmaması için sosyal adaletin bulunması gerekir. Sosyal adalet, herkesin çalışması; bilgi ve kabiliyeti ve gördüğü iş nispetinde hakkını alması; hiç kimsenin ezilip sömürülmemesi; en küçük bir iş görene de hayat hakkı tanımak demektir. Çalışan herkesin asgari bir geçim şartına erişmesi, sosyal adaletin ilk şartıdır. Sosyal adalet, sosyal eşitlik demek değildir. Herkesin aynı gelire sahip olması adalet değil, adaletsizlik olur. Bir sınıfta, çalışan çalışmayan, bilen bilmeyen bütün öğrencilerin sınıf geçmesi de böyledir. Mutlak eşitlik, ne tabiatta, ne toplulukta, hiçbir yerde yoktur. Olması da düşünülemez. Bir fabrikadan çıkan eşya gibi, bütün vasıfları aynı olan robot gibi insan olmaz. Herkes farklı yaratılışta olduğu için işleri de farklı olur. Hukuktaki eşitlik, aynı durum ve şartlar içinde bulunan herkesin aynı muameleye tâbi tutulması demektir. Sosyal bakımdan, hele ekonomik yönden tam bir eşitlik aramak ve istemek, hem gereksiz, hem imkansızdır. Çünkü, adalet kavramı ile bağdaştırılamaz. Mesele, mevcudu kelle hesabı, eşit şekilde paylaştırmak değil; herkesin çalışmasının karşılığını görmesi, hakkını elde edebilmesidir. Sosyal adalet, milli gelirin en uygun şekilde taksimini sağlar; istismarı, sömürücülüğü ortadan kaldırır. Sermayenin belirli bir zümre elinde toplanmasını önler. Herkese kendi ölçüsünde hayat hakkı verir. Sınıf ve zümreleri arasında düşmanlık bulunmayan bir topluluk meydana getirir. Böyle bir toplulukta vatandaşlar, kendilerini emniyette hissederler. Sosyal adaleti en iyi, en verimli olarak sağlayan kuvvet, elbette İslam ahlakıdır. Müslümanlar birbirlerinin kardeş olduklarına inanır ve kardeş gibi birbirini severler; Müslüman olmayanların mallarına, canlarına, ırzlarına saldırmazlar. İslam dini, insanların yardımlaşmalarını sağlar; her çeşit bölücülüğü önler. Çalışmayı, helal para kazanmayı emreder. Çalışan her insana hakkını verir. Herkesin mülkünü korur. Kimse kimsenin malına, mülküne dokunmaz. Sosyal adaleti anlayanların, İslam ahlakına saygı göstermeleri gerekir. Bugün Avrupalı, İslam ahlakına uyduğu ölçüde temiz ve sağlam işler yapıyor. Doğruluk, temizlik ve çalışmak İslam ahlakının esaslarındandır. Dinsiz bir toplum bile, İslam ahlakına uygun yaşarsa, dünyada rahat eder. EŞİTLİK, TARAFSIZLIK, ÖZGÜRLÜK Bahsettiğimiz üç konu, istismar edilen konulardandır. Eşitlik: Bu kelime insanlara cazip gelir. Bunun için bazı kimselerce sık sık istismar edilir. Her zaman, her işte, her yerde eşitlik mümkün değildir. Böyle davranmaya kalkmak, bazen zulüm olur. Çünkü iyi ile kötü, Âlim ile cahil, sağlam ile sakat, tembel ile çalışkan ve bunlar gibi farklı şeylerin eşit olmasını istemek, eşyanın tabiatına aykırıdır. Adalet ise, çok zaman eşitlikten farklıdır. Bunu bir örnekle şöyle açıklayabiliriz: Bir erkeğin yapabildiği güç isteyen çalışmayı bir kadın yapamaz. Çünkü kadın ve erkek arasında fizyonomik olarak büyük farklar vardır. Ağır çalışma şartlarına sahip bir iş yerinde, aynı şartlarda ve aynı işi yapan bir erkek ve kadın düşünelim. Bunlara aynı ücreti vermek eşitliktir; ancak adalet değildir. Erkek, vücutça daha güçlü; kadın ise daha narindir. Onu erkekle aynı kefeye koymak, kadına zulmetmektir. Özetle, bazı hâllerde insanlara eşit davranmak, zulüm olur. Adaletle davranmak ise hiçbir zaman zulüm olmaz. Tarafsızlık: İnsan tarafsız olamaz. Bir kimseyi tarafsız davranmaya zorlamak yanlıştır. Tarafsızlıktan dem vuranları biraz yoklarsanız, tarafsız davranmayı asla istemezler. Ama, başkalarının tarafsız olmasını beklerler. İyinin yanında olmak, kötünün karşısında olmak, tarafgirlik değildir. Ülkenin, milletin menfaati nerede ise, o tarafta olmak gerekir. Hakkın, doğrunun, iyinin yanında olanı taraf tutmakla suçlamak doğru olmaz. Yapıcıya göre doğru ve iyi olan bir şey, yıkıcıya göre, yanlış ve kötüdür. Bunun için de doğrunun, iyinin yanında bulunan kimse, tarafsız olmamakla suçlanamaz. Özgürlük; başıboşluk ve her istediğini yapabilmek demek değildir. Suç işleyeni mahkum etmek, hapse atmak özgürlüğe aykırı değildir. Halkın özgürlüğüne engel olan canilerin, ırz düşmanlarının, hırsızın, uğursuzun, dolandırıcının hapse konması, esaret değildir. Sadece başkalarına değil, kendine bile zararlı olmak özgürlük değildir. Mesela; uyuşturucu madde gibi, vücuda zararlı olan şeyleri yasaklamak, kişi özgürlüğünü engellemek değildir. Trafiğin düzgün akabilmesi için, çeşitli kaideler koymak hürriyete mani olmaz. Aynı şekilde suç işleyene ceza vermek, onu affetmeyip cezasını çekmesini istemek, insan haklarına saygısızlık olmaz. Kafesteki zehirli bir yılanı, halkın içine salmak, yılan için bir özgürlük ise de, insanlık için bir felakettir. Aynı şekilde bir caninin serbest bırakılması, onun için özgürlük olabilir, ancak, millet için hürriyet düşmanlığıdır. Sonuç olarak, her işte eşitlik, her konuda tarafsızlık ve sınırsız özgürlük diyerek insan hakları zedelenmemelidir. Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)
MECUSİ VE İSLAM ADALETİ
Reklam Alanı

İptal

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

0 Yorum

Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!

Tekrar deneyiniz.