"Eğer sen, sana ait bir şeyi elde etmek için onun peşinden koşuyorsan, seni engelleyen herkes, kim olursa olsun suçludur." Malcolm X
Küresel egemenlerin dünya yoksulları üzerinde oynadığı oyunları ve uygulanan sistemin kodlarını, böylesine açığa çıktığı ve aktörlerinin itiraflarına rağmen görmemek körlükten öte gözlerimizi kapatmak gibi geliyor bana.
Yoksulluk ve yoksunluktan kırılan ve korona sonrası daha net görülecek olan durum ve buna çareler aramak temel gündemimiz olmalı.
Bu bağlamda çözümler ütetmek zaruridir ve başka gümdemlere dalmanın yaraya merhem olmayacağı ortadadır.
"Sorun şu; 5-6 kişi dünyanın tüm servetlerinin %50’sine sahip. Dünyanın %40’ı, yani 3 milyar insan, dünya kaynaklarının sadece %2’si ile yaşıyor. Ve o 5-6 kişi, %2’yi de istiyor. Üstelik bunu engelleyebilecek, bu süreci durdurabilecek elimizde hiç bir şey de yok.
Egemenler uzun zaman önce bu 3 milyar insanın ellerindeki her şeyi almışlardı. Yani gerçekte o %2 de yoktu. Özellikle vatan-yurt denen kırsaldaki tüm arazilere ulus devletler tarafından tapu kadastro çalışmaları ile el konulunca 3 milyar tamamen mülksüz kaldı. Egemenler onları kendi “gerçek” varlıklarından hiç bir şey harcamadan, “sanal para”, “kredi numarası” ile kaynak yaratarak beslemeye başladılar. Lakin sanal para öyle çok şişti ki artık her 20 kişiden 19’u parasını bankada tutarsa ancak 1 kişi parasını çekebilecek hale geldi. 20 kişiden 2’sinin aynı anda parasını çekmesi mümkün değil. Çünkü böyle bir “para” hiç bir zaman var olmadı. İşte bu sistem, 2008’de çöktü. Sistem suni solunum cihazı ile (daha da çok sanal para basılarak) bugüne kadar getirildi. Ancak artık solunum cihazı da iş göremez halde, sistem çalışmıyor. Bu andan itibaren egemenler “gerçek” varlıklarından harcamadan sistemi yürütemezler. Ve onların buna hiç niyeti yok. Onun yerine sistemi kapatmayı tercih ettiler. (Erkan ÖZ’den faydalanılmıştır.)
Şimdi, en alttaki 3 milyar insan, ya bu 5-6 zengini kendilerine kalan paydan ellerini çekmeye razı edecekler ya da o zenginler 3 milyarı yok etmenin bir yolunu (Aşılar [kısırlaştırma], İstanbul Sözleşmesi [Ailesiz Toplum], savaşlar, katliamlar vs.) bulacaklar.
Ne yazık ki 3 milyarlık kesim, savaşın çoktan başlamış olduğunu dahi fark etmiş değil.
Takacak maske arıyorlar." https://www.yorungedergi.com/2020/05/oyun-bitti/
Bu sömürü sisteminin işleyişini bilmek, onun doğasını tanımak; onun, günümüzde nerede olduğunu, neyi hangi yöntemlerle gerçekleştirdiğini anlamamız bakımından önem arz eder.
Bu bağlamda bu yazı dizisi aktarımlarıyla bitirelim:
"Polonya - Çalınan Devrim
Lesch Walesa kendisinin de çalıştığı Gdansk tersanenin önündeki arkadaşlarına; adeta mikrofonlara kükreyerek "Bİz aynı ekmeği bölüşüyoruz" derken herkes 35 yıldır ülkeyi yöneten Moskova'nın tankları ne zaman göndereceğini merak ediyordu.
Walesa, "Dayanışma" partisinin Ofisini bir elinde Haç,diğer elinde bir buket çiçekle açtığında Polonya'nın da Katolik dünyasının da gönlünü fethetmişti.Bir yıl içerisinde üye sayısı 10 milyonu buldu. "Sosyalleştirilen (kamusallaştırılan) işletmeler ekonomide temel unsur olmalıdır. Denetim işçi konseylerinin elinde olmalıdır. Kimse işsiz ve kimsesiz kalmamalıdır" sloganı Dayanışma Partisinin temel sloganları idi.
Moskova'nın sabrı Aralık 1981'de bitti. Sıkıyönetim ilan edildi. Tanklar karların içinde fabrikaları, madenleri ve şehirleri işgal etti. "Time Dergisi, "Asker ve polis direnen işçilere zor kullandı. Katowicw'de madenciler balta ve levyelerle karşı koymaya çalıştılar. En az 7 ölü yüzlerce yaralı." diye manşet attı.
1988'de yeniden toparlanan işçiler tüm ülkede greve gittiler. Ama bu sefer Rusya'da Grobaçov ve dağılmış bir ekonomi vardı. Moskova seçimlere gidilmesini kabul etti.
Seçimleri Walesa 261 sandalyeden 260'ını alarak kazandı.
Walesa 40 milyar dolar borçlu, enflasyonun % 600 olduğu bir ülke devraldı. Maaşları ödeyebilmesi için Tek çaresi vardı BAtı'ya baktı. IMF yardımı ekonominin başına kendi atayacağı birini kabul etmeleri karşılığında kabul etti. Walesa kahince bir açıklamada bulundu "Bizim talihsizliğimiz kazanmış olmamızdır!" dedi.
Chicago Okulunun elinde olan IMF ve Dünya Bankası Polonya'ya Şok Doktrininin prizmasından bakıyordu. Polonya'nın ekonomisinin başına Bolivya'yı Felaket Kapitalizme geçiren Jeffry Sachs görevlendirildi. Sachs'ın ardında kendisi de aslen bir Polonya Yahudisi olan George Soros vardı.
Dayanışma liderleri, halkın nezdindeki itibarlarını kendi tabanlarına büyük acılar yaşatacak politikalara harcamayı düşünmüyorlardı. Ancak diğer taraftan yeraltı faaliyetlerinde, hapishanelerde ve sürgünde geçen yıllarda tabanlarına yabancılaşmışlardı.
Polonya Başbakanı Tadeusz Mazowiecki 12 Eylül 1989'da parlementonun önüne çıktı. Topluma ekonomik kararlarları açıklamaya çalışacağı konuşmanın ortalarında fenalaştı, rengi sarardı, nefesi daraldı "kendimi iyi hissetmiyorum" dediği duyuldu. Olduğu yere yığıldı. Mazowiecki o gün "devletin elindeki tüm ağır sanayinin özelleştirileceğini (BAtılılara satılacağını-AHÇ) borsa ve serbest piyasanın yaratılacağını ve topluma sunulan yardımlarda bütçe kesintilerine gidileceğini duyuracaktı". Başbakanın hali bir rüyanın bitişinin ilanıydı adeta.
2 yıl sonra sanayi üretimi %30 düşmüştü. Ucuz Avrupa mallarının piyasaya girişi ile işsizlik katlanmış 1989 yılına gelindiğinde yoksulluk sınırın altında yaşayan Polonyalı sayısı %59'u bulmuştu.
Walesa, "Daha 1980'lerde Kapitalizmi kurmak için yola çıkmıştık" teranesine sarılmıştı. Onunla birlikte mücadele eden ve 8,5 yıl komünist rejimin hapıshanelerinde yatan Karol Modzelewski ona öfke ile cevap verdi: "Kapitalizm için bırakın 8,5 yıl yatmayı ne bir ay ne de bir hafta yatardım".
Polonya'da herkesin sorduğu soru şuydu : "Nasıl oldu da kendi hareketleri komünist yönetimden bile daha kötü bir hayat standardı getirdi?"
Walesa 1993 yılında seçimlere girerken ülke çapında 6.000'den fazla grev vardı. Parlementoda %5'den daha az sandalye kazandı. Naomi Klein ŞOk DOKtrini'nden derlenmiştir."
(Güney Afrika)
26Haziran 1955'te Johannesbourg'ta toplanan HAlk Kongresi isimli bir topluluk, yaklaşık 3000 kişiye İngilizce, Sesoto'ca ve Xhosa'ca "Özgürlük Sözleşmesi"nin maddelerini okudular.
Beyazların hakimiyetine son vermek için ne gerekiyorsa yapmak amacıyla saflarını sıklaştıran genç radikaller, korkusuzlukları ile anne babalarını şaşkınlığa uğrattılar. Hiç bir korkuya kapılmadan sokaklara dökülüp, "Ne kurşunlar ne de göz yaşartıcı bombalar bizi durdurabilir" diye bağırdılar. Peş peşe katliamlara uğrayıp arkadaşlarını gömüyor, sloganlar atıyor ve sonraki olayı bekliyorlardı.Onlara ne uğruna mücadele ettikleri sorulduğunda "Özgürlük Sözleşmesi" diyorlardı.
Sözleşmede, Sağlıklı şartlarda çalışma, iyi bir ev sahibi olma, ifade özgürlüğü, su ve elektriğin bedava olması, dünyanın en büyüğü olan altın madenleri, bankalar ve diğer tekel endüstrilerin halkın mülkiyetine geçirilmesi, ticaretin ve diğer alanların halkın refahına kullanılması gibi maddeler vardı.
11 Şubat 1990'da ırkçı Apartheid rejimi Mandela'yı serbest bıraktığında kalabalık büyük bir zaferi kutlamaya başlamıştı.
Sömürgeciler ve onların ortakları ile "pazarlığa oturduğumuzda tamamen hazırlıksız yakalanmıştık". İnsanlarımıza yapılan katliamların ve işkencelerin sona ermesinden, insan olarak kabul görmekten fazlasına odaklanamayacak haldeydik. İmzaladığımız maddelerin ne anlama geldiğini anlamayacak kadar devlet mekanizmasına yabancıydık.
Hükumet etmeye başladıklarında aslında iktidarın başkalarında olduğunu fark ettiler.
-Fakirlere bedava toprak mı vermek istiyorsunuz? Mümkün değil. Zenginlerin İnsan Haklarını ihlal etmiş olursunuz. Dünya tepemize biner.
- İşsizlere iş mi vermek istiyorsunuz? Yapamazsınız. Dünya Ticaret Örgütü ile yaptığımız anlaşma sebebiyle yabancı sermaye buradaki tüm fabrikalarını kapatır ve işi olanlar da işsiz kalır.
- AIDS'e ilaç yapıp bedava ilaç mı dağıtmak istiyorsunuz? Olmaz. Patent Yasasını ihlal etmiş olursunuz. Dünya BAnkası hem yeni kredi vermez hem alacaklarını hemen ister.
- Fakirlere daha büyük evler yapmak ve elektrik dağıtımını bedava mı yapmak istiyorsunuz? İmkansız. Ödenmesi gereken muazzam borçlarımız var.
-Daha fazla para mı basmak istiyorsunuz? Sanırım Merkez Bankasını buna razı edemezsiniz.
-Suyu bedava mı yapmak istiyorsunuz? Bu da mümkün değil.Dünya Bankası Hizmet Formu bunu uygun bulmuyor.
- Para spekülasyonuna ve enflasyona karşı tedbir mi almak istiyorsunuz? Buda olmaz. Çünkü seçimlerden önce aldığımız 850 milyon dolarlık kredi bu şarta bağlandı.
- Asgari ücreti mi artırmak istiyorsunuz? Yeni alacağımız kredi için IMF'in "Ücret Sınırlaması Taahhüdüne" uymaz.
Süreci Rassoul (Resul) Snyman şöyle özetliyordu: "Onlar bizi özgür bırakmadılar. Boynumuzdaki zinciri çıkarıp ayak bileklerimize taktılar."
Yasmin Soka ise "Geçiş denen şuydu: Biz her şeyi kontrol edeceğiz ama siz yönetici görüneceksiniz. Biz her türlü pisliği işlemeye devam edeceğiz ancak siz bunun bedelini ödeyeceksiniz. Yani evin anahtarlarını verip kasanın anahtarlarını ellerinde tutuyorlardı."
Felaket Kapitalizmi yeni bir zafer kazanmış oldu.
Naomi Klein, Şok Doktrini'nden derlenmiştir.
Güney Afrika - 2
Ve Güney Afrika'nın ırkçı rejimini deviren siyahi Hükümeti seçimleri kazandıktan 2 sene sonra alındığı kıskaçta, Haziran 1996'da Şikago Boys'a teslim oldu ve Şok Doktrinini imzaladı.
-2006'Ya gelindiğinde günlük 1 Usd'den az bir gelirle yaşayan insan sayısı ikiye katlanarak 4 milyona çıktı.
-İşsizlik oranı ikiye katlanarak %23'ten %48'e çıktı
- 35 milyonluk siyahi vatandaştan sadece 5000'inin yıllık geliri 60 bin doların üzerindeyken, Nüfusun sadece %20'si olan beyazların sayısı 20 kat daha yüksekti.
- Hükumet 1,8 milyon toplu konut inşa etti, ancak aynı zamanda 2 milyon insan evini kaybetti.
- Daha ilk yıllarda 1 milyona yakın insan çiftliklerden atıldı
- Gecekondularda yaşayan insan sayısı %50 oranında arttı.
- Siyahilerin dörtte birinden fazlası gecekondularda yaşar hale geldi ve bunların büyük bir çoğunluğunda elektrik ve su yoktu.
1955 Yılında ilan edilen ve uğruna on binlerce can verilen, neredeyse her evin her dükkanın kapısına asılan "Özgürlük Sözleşmesi"nden artık bahsetmek neredeyse acı verici hale gelmiştir.
Gece kondu ayaklanmasının liderlerinden S'bu Zikode, "Özgürlük Sözleşmesi"nde çok güzel şeyler var, lakin benim şimdi onda gördüğüm tek şey, ihanet" diyordu. Naomi Klein, Şok Doktrini, s:299"
“Hıristiyanlık, Afrika'ya geldiğinde Afrikalıların toprakları, Hıristiyanların ise İncilleri vardı. Hıristiyanlar bize gözlerimizi kapayarak dua etmemiz gerektiğini öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda onlar bizim topraklarımızı, biz de onların İncillerini almıştık.”/ Ali Mazrui / Afrikalılar
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum