Abdurrahman Dilipak’ın “rüşvetçiler” ile ilgili yazdığı yazı bayağı bir ses getirdi. Gereğinin yapılacağını düşünmüyorum ama, o yazıyla son dönemin en büyük rahatsızlığını gündeme getirmiş oldu.
Israrla görmezlikten geliniyor “yolsuzluk” ve “rüşvet” konularındaki uyarılar ve yazılar. Yazılara konu rüşvet çarkı, hiç aksamadan tüm hızıyla çalışıyor. Hiçbir dönem olmadığı kadar özellikle belediyelerin imajı rüşvet ve yolsuzluklarla ilgili çok kirli... Bir dönem tapu ve maliye gibi kurumların imajı böyleydi. “Bugün git yarın gel” diyen memurun eline 5-10 kağıt sıkıştırılırdı. Şimdi de belediyeler imar ve ruhsat konusunda geçmişin tapu ve maliye kurumlarının yerine oturmuş durumda.
Peki gırtlağına kadar harama bulaşmış belediyelerin neden üzerine gidilmiyor?
Bana göre yolsuzluk ve rüşvet olaylarının üzerine gidilmemesinin başlıca sebebi şu…
Eskiden, yani AK Parti iktidarından önce yolsuzluk yapanın yanına kâr kalmazdı. Daha o para kursağından aşağı inmeden ya hapsi boylar yada görevinden olurdu.
Genellikle rüşvet veya vurgun pay edilemez, kendisine pay verilmeyen devlet çalışanı üst birimlere ihbarda bulunulurdu. Müfettiş gelir konuyu araştırırdı. Bazılarında olay savcılığa da intikal ederdi. Ya üsttekilerden biri ya müfettiş yada savcı konunun üzerine gider olayı tüm çıplaklığıyla gözler önüne sererdi. Böylelikle yapanın yanına kâr kalmazdı.
Haram olduğu için değildi bu hassasiyet. Farklı partilerden geldikleri içindi birbirinin ipliğini pazara döküyorlardı. Örneğin memur DYP, müdür ANAP, müfettiş CHP mensubu veya sempatizanı olabiliyordu. Veya memur da, müdür de DYP’li olsa bile müfettiş yada savcı CHP’li çıkabiliyordu. Dolayısıyla kimse kimseye “partimiz zarar görmesin” diyerek vurgunu kapatma yoluna gidemiyordu. Aksine farklı partiden oldukları için birbirinin kirli işlerini ortaya dökmek için yarışıyorlardı. Bu da halkın lehine bir durum olarak yansıyordu.
Şimdi öyle değil. Odacı da, memur da, şef de, müdür de, müfettiş de, hatta savcı da AK Parti’li. İçten içe değilse bile AK Parti’li görülmek için işgüzarlıkta yarışıyor hepsi. “Partimiz zarar görmesin” sözü, yolsuzluğu yapanın parayı afiyetle yemesi, rüşveti verenin istediğini yapabilmesine olanak sağlayan adeta sihirli bir parola vazifesi görüyor.
3-4 yıl önce bir yolsuzluğu konu edinen bir haber yapmıştım. Olay ve vurgun çok büyüktü. Bir süre sonra Ankara’dan müfettişlerin geldiğini öğrendim. Umutlandım yapanın yanına kâr kalmayacak diye. Ancak müfettişler gittikten sonra gerçeği öğrendim. Meğerse müfettişler konuyu araştırmak için geldiği Şanlıurfa’da hiç durmayıp valilikten tahsis edilen araçla Hasankeyf’i gezmeye gitmişler. Bu durumda yolsuzluğun ortaya çıkarılmasını ve gereğinin yapılmasını beklemek hayal oluyor tabi.
Sadece rüşvet ve yolsuzluk konuları değil üzeri kapatılan gayri meşru işler. Her türlü gayri-meşru üstünü örtmek için “parti zarar görmesin” sözü yetiyor. Parti genel merkezinin yolladığı yardım kolileri çalındığında da, ihalelere şaibe karıştırıldığında da, kadınlara tacizde bulunulduğunda da bu söz son derece etkili oldu.
Eskiyle şimdiki zaman arasında bir fark daha var…
Eskiden gazeteciler bazı olayları deşifre eder, kamuoyu da haberdar olurdu. Şimdi herkes her şeyi gazetecilerden fazla biliyor. Yine parti zarar görmesin diye şimdi gazetecilerden bile gizleniyor. Aslında ne kadar ört-bas edilmeye çalışılırsa çalışılsın; haksızlıklar, hırsızlıklar, sapıklıklar gün geliyor ve mutlaka orta yere dökülüyor. Halbuki partisinin zarar görmesini istemeyen o rüşvetçileri aleme ibret bir şekilde cezalandırır ve aleyhte gibi görünen durumu kendi lehine çevirebilir.
Aksi halde bir gün gelir hiçbir AK Parti’li masum olduğunu bu halka inandıramaz. Zarar görmesin denilen parti, içerisindeki iyilerle birlikte batıp gider.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum