Geçen gün bir öğrencimiz, midesinden rahatsız olduğunu, doktorun kendisine bir hap verdiğini, prospektüsünde yazdığına göre bu ilacın domuz enzimleri içerdiğini söyleyerek söz konusu bu ilacı kullanmasının caiz olup olmadığını sordu. Domuzun bütünüyle haram olduğunu, haramda da şifa olmadığını kendisine söyledim ve doktorunu başvurup ilacı değiştirtmesini tavsiye ettim.
Şifayı veren “Şâfi” isminin sahibi olan Allah’tır. Haramları koyan da yine Allah’tır. Yasakladığı bir şeyde şifa yaratması mümkün değildir. Hem yasakladığına hem o yasak şeyde şifa yarattığına inanmak, iman açısından tehlikelidir, Allah’a çelişkilik isnat etmek olur ki bu da en hafif deyimle kusurlardan münezzeh olan O Yüce Zat-ı Akdes’e saygısızlıktır.
Kur’an-ı Kerim, sıkça “iman ve salih amel” kavramlarını nazara vermektedir. Dünya ve ahiret hayatının huzur, selamet, başarı ve kurtuluşunu bu iki şartı yerine getirmeye bağlamıştır. İnsanlığın hedeflenen bu sonuca ulaşması için iman etmenin yalnızca yeterli olmadığı, salih amellerin de gerekli olduğu anlaşılmaktadır.
İmanın ne olduğu, esasları ve mahiyeti ayet ve hadislerde açıklanmıştır. Ancak ayetlerde “salih amel” kavramının ayrıntılı izahı yapılmamış, bir miktar kapalı bırakılmıştır.
Salih amel çok geniş kapsamlıdır. Hayatın uygulama ve davranış gerektiren tüm alanlarıyla ilişkilidir. Ferdin yaşam alanlarıyla olduğu kadar, sosyal hayatın tüm alanlarını da kapsamaktadır. “Amel” iş, işleyiş, uygulamaya yönelik tüm tavır ve davranışlar demektir. “Salih” ise düzgün, dürüst, tutarlı, elverişli, yararlı gibi anlamlara gelir. Buna göre “salih amel” ait olduğu alanın “olması gerektiği gibi olan, kusursuz” tavır ve davranışlar demektir. Bunun için de imanın direktifiyle ve Allah’ın tayin ettiği kurallara uygun olarak gerçekleşmiş olması gerekir. Başka bir deyişle bir amelin “salih” olması için şu üç özelliğe sahip olmalıdır: Kaynağını imandan almalı, haram alanının dışında ve Allah’ın belirlediği “makbuliyet” kurallarına uygun olmalıdır. Tahkiki ve samimi iman, amellerin “salihlik” mayası durumundadır.Salih amel kısacası dinin onayladığı amellerdir.
Kurallarına uygun olsa da imansız amel, sahih olabilir ama salih olmaz; Allah katında hiç bir değeri yoktur. Amelsiz iman da samimiyetten ve gerçeklikten uzaktır. İman zorunlu olarak amel etmeyi gerektirir. Bu nedenle bazı âlimler, “amel, imandan bir parçasıdır” görüşünü savunmuşlardır.
Salih amel, yalnızca ibadet veya dini işlemler alanında düşünülmemelidir. Yeme-içme, giyim-kuşam, ticaret, arkadaşlık, aile, komşuluk gibi günlük hayatın her safhasındaki amellerin salih olması yani dinin bunlarla ilgili olarak koyduğu kurallara uygun olması gerekir. Aynı şekilde kişisel ve sosyal hayatın ihtiyaçlarını karşılama kapsamında uzmanlık gerektiren san’at, bilimsel çalışmalar, eğitim, tıp, eczacılık, tarım, üretim gibi alanlarda da tüm faaliyet ve uygulamalar, salih amel kavramına uygun olmak zorundadır. Bütün işlemler helal ilkelerine uygun olmalı, harama ilişkin bir özellik taşımamalıdır. Bunun için Müslümanlar, Allah’ı tanımayan, helal ve haramı dikkate almayan kimselerin çalışma, faaliyet ve üretimlerine muhtaç olmayacak tarzda kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek durumu sağlamaları zorunludur. Ancak günümüzde Müslümanların kendi ihtiyaçlarını kendileri karşılayabilme konusunda yeterli bir çaba içinde olduklarını söylemek ne yazık ki zordur. Örneğin ilaç sanayinde üretilen bir kısım ilaçların içeriğinde haram kılınmış alkol ve domuz ürünleri gibi maddelerin bulunduğunu söylenmektedir. Bu haram ilaçlara karşı Müslümanların kendi ürettiği ona muadil olabilecek ilaç da mevcut değildir. Bu durumda din görevlileri “zaruret var, caizdir” diye fetva verseler de müslümanlar toplum olarak sorumluluktan kurtulamazlar. Bunun hesabı sorulacaktır. Niçin Müslümanlar bu bilimlerde gelişememiştir? Niçin kendi ilaç sanayilerini kuramamışlardır? Dinin hükümlerini dikkate almayanlara muhtaç duruma düşmeleri bir zorunluluktan değil, kendi tembellikleri, bu gibi ilimlere ilgi duymamaları ve kötü tutumları bu duruma sebep olmuştur.
Ayrıca, Peygamber (ASV) “haramda şifa bulunmadığını” bildirmesine rağmen haram maddelerden yapılan ilacı kullanmanın zaruret hali asla söz konusu değildir. Söz ilaçtan açılmışken, haramda şifa olmadığına dair bir kaç hadis mealini verelim:
Abdurrahman b. Osman (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre; Bir doktor ilaca kurbağa eti koymanın hükmünü sordu. Peygamber (ASV) kurbağayı öldürmekten nehyetti. (Ebu Davud, Tıb, 11, Hadis no: 3871)
Tarık b. Süveyd el-Cu'fî(RA) isnadıyla aktardığına göre, el-Cu'fî, Peygamber (ASV) şarapla ilgili soru sordu. Peygamber (ASV), ona şarabın yasak olduğunu söyledi veya şarap imal etmesini yanlış buldu. el-Cu'fî“Ben ilaç için yapıyorum” deyince, Peygamber (ASV): “Şarap ilaç değil, aksine hastalıktır!” buyurdu. (Müslim, Eşribe, 12, Hadis no: 5141.)
Ebu'd-Derdâ (RA)'dan rivayet olunduğuna göre, Resulullah (ASV): "Kuşkusuz Allah hastalığı da dermanı da indirdi ve her hastalık için bir derman yarattı. Tedavi olunuz fakat haramla tedavi olmaya kalkışmayınız" buyurmuştur. (Ebu Davud, Tıb, 11, Hadis no: 3874.)
"Allah, ümmetimin şifasını, onlara haram kıldığı şeylerde yaratmamıştır." (Ebu Dâvud, Tıb, 2; Tirmizî, Tıb, 7)
Abdullah b. Mes’ud, sarhoşluk veren içkiden ilaç yaptığını söyleyen bir kimseye, "Allah ilacınızı size haram kıldığı şeylerde yaratmamıştır" diyerek onu uyarmıştır. (Buhari, Eşribe 15)
Müslümanların “zaruret” kılıfıyla söylenen yalanlara kanmamaları, haramda şifa olmadığını bilmeleri ve haramlardan titizlikle kaçınmaları gerekir.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum