Yavrusunu doğuran, aklın alamayacağı ölçüde üzerine titreyen, gözetip büyüten, her türlü fedakârlığı yaparak tehlikelerden koruyan hiç şüphesiz ki annedir. Yavrusuna karşı halis, karşılıksız, olağanüstü bir şefkat taşımaktadır. Bu itibarla insanın en yakını annesidir.
Anne, bütün titizliğine, özverisine ve evladına düşkünlüğüne rağmen onu birçok tehlikeden koruyamamaktadır. Ayrıca insan kadar olmasa da annelik içgüdüsü tüm nitelikleriyle hayvanlarda da bulunmaktadır. En yüreksiz hayvan olarak bilinen tavuğun bile, yavrusunu korumak için ite saldırdığı meşhurdur. O halde annelikte bulunan olağanüstü meziyetler insana mahsus bir hüner değildir. Demek anneyi yaratan, annelik meziyetlerini de vermiştir. Hatta bütün annelerin şefkatleri, ancak Allah’ın rahmetinden bir parıltının yansımasından ibarettir… Bu durumda anneden de daha yakın olan, yaratıcının kendisidir. Annelik şöyle dursun, insanın kendi bedeninde hayatını sağlayan şahdamarından bile daha yakın olduğunu Kur’an bildirmektedir. Bu yakınlığın içyüzü öteden beri merak konusu olmuştur.
Kaf suresinin 16. Ayetinde: “Yemin olsun ki insanı biz yarattık. Ona nefsinin ne vesveseler verdiğini de biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.” buyurmuştur. İnsanın kendi iradesi ve herhangi bir müdahalesi olmaksızın şahdamarını yaratıp hayatı veren Allah, insana insandan daha yakındır. Hayatı simgelediği için ayette şahdamarına vurgu yapılmıştır. Yoksa insan kendi bedeninin yüzde doksanına hükmedememektedir.
İnsanın hayat damarı olan şah damarı olmadığı takdirde hayatının söneceği açıktır. İşte Allah bu damarından da kendisine daha yakındır. Ayrıca “şah damarından daha yakın olmak” vurgusu, yakınlığın “en yakın” sınırı şah damarı olduğuna binaen, hiçbir şeyin Allah’tan daha yakın olamayacağını ifade etmek içindir. Nitekim insanın hayatını da, can damarını da Allah yaratmıştır. Kullarının yüreklerini avucunda tutan Allah’tan daha yakın hiçbir şey düşünülemez.
Rab ile kul ilişkisi, anne ile yavrusunun ilişkisinden çok çok daha güçlüdür; Tarifinden aciz olduğumuz benzeri bulunmayan bir akrabalıktır. Zira Allah, her bir insanın tüm gizliliklerini bildiği gibi, her an her zerresiyle de ilgilenmektedir. Kalplerden geçen her şeyi bildiğini Kur’an’da ilan etmiştir. (Mülk,13.)
Allah’ın, kullarına yakın olduğunu bildiren başka ayetler de vardır. Örneğin: Bakara 186. Ayette “Kullarım sana beni sorunca haber ver ki, ben onlara yakınım.” Buyrulmuştur. Mücadele Suresinin 7. Ayetinde de Allah’ın tüm kullarıyla her an beraber olduğunu bildirmektedir: “Göklerde olanları da yerde olanları da Allah'ın bildiğini görmedin mi? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Bundan az da olsalar, bundan çok da olsalar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar, O mutlaka onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onların yaptıklarını haber verecektir. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir.”
Şüphe yok ki Allah kullara her şeyden daha yakındır ancak kullar son derece ondan uzaktır. Bu yakınlık ve uzaklığı bir örnekle anlamaya çalışalım: Okuduğumuz her hangi bir kitabın harfleri, cümleleri birbirlerine yakın ve uzak olurlar ama o kitabın yazarı kitabın tüm içeriğine, tüm anlamlarına en yakın olandır. Kitabın her tarafına aynı derecede vakıftır ve etki edebilmektedir. Ancak, söz konusu kitabın içindeki harf, kelime ve cümleleri yazarından çok uzaktadır ve ona etki edemezler.
Her gün çok uzaklardan bize kadar yetişen güneşi örnek verelim: Güneş herkesin vücuduna, evlerine yetişir, her bir varlığın başını okşar, ancak hiç kimsenin eli güneşe yetişemez. Bu açıdan bakılınca, “güneş herkese yetişir ama hiç kimse güneşe yetişemez”denilebilir. Güneşin yakınlığı dikkate alındığında, güneşin herkesi etkisi altına alabildiği görülür. Ancak kişilerin güneşten uzaklığı düşünüldüğünde hiç kimsenin güneşe etki edemeyeceği anlaşılır. Bir kimse güneşten uzaklık yönünü düşünüp “o çok uzaktır, bana etki edemez” dediğinde cahilliğini ilan etmiş olur. Veyahut güneşin yakınlık yönünü düşünüp “bana kadar yetişiyor, ben de ona etki edebilirim” demekle de, aynı derecede cahilliğini göstermiş olur.
İnsan nefsinde böyle bir cahillik taşıyan bir kara nokta bulunmaktadır. Yaratıcı ile nefis arasında da uzaklık ve yakınlık vardır. Ancak uzaklık nefse, yakınlık yaratana aittir. Nefis, cahillik noktası ve benlik nedeniyle, yaratıcıdan uzak olduğu yönüne bakıp “O, bana etki edemez” şeklinde ahmakça bir düşünceye kapılırsa sapkınlığa düşmüş olur.
Nefis yine bu cahilliği nedeniyle yaratıcının yakınlığını kendine mal ederek O’nun fiillerini sorgulamaya kalkışır, kendisinde bir etki olduğu kuruntusuna kapılır. Kaderi sorgulaması da bu cehalet nedeniyledir. Oysa Allah’ın fiilleri, yalnız kendisinin denetimindedir. Bu koca kâinatı hiçbir kulun mühendisliğiyle yapmadığı gibi, hiç kimseye de sormamıştır. Nefis, haddini bilmeli ve Allah’a yakın olmak için Allah’ın koyduğu kurallara uymalıdır.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum