Rahmetli babam İlahiyat hocalığından önce yirmi dört yıl süreyle ilçe müftülüğü görevinde bulundu. Bu görevi sırasında ilginç hatıralar yaşamış ve ilginç insanlarla karşılaşmıştır. Bazı hatıralarını çeşitli vesilelerle öğüt almamız için bize de anlatırdı.
Babam görev yaptığı yerlerde fırsat buldukça halkın arasına karışır, çarşı-pazar dolaşır, esnafı ziyaret ederdi. Dindar olsun olmasın herkesle dostluk kurardı. Dine ilgi duymayanlarla dahi karşılaşınca yakınlık gösterirdi. Onun bütün düşüncesi İslam’ı en gerçekçi bir şekilde insanlara ulaştırmaktı. Bunun için çaba sarf eder, İslam ahlakının güzelliklerini davranışlarıyla gösterirdi. Ona göre yalnızca bir insanı bile kazanmak, kazançların en büyüğüydü. Bu halisane niyetinden dolayı halk tarafından sevilir ve kendisine saygı duyulurdu. Onu çarşıda görenler saygı için ayağa kalkar, buyur eder, ısrarla oturmasını isterlerdi.
Müftü olarak görev yaptığı bir ilçede bir gün bir dostunun dükkânında otururken sohbetini dinlemek üzere birkaç kişi daha gelmiş. Babam kendisine sorulan soruya çok ayrıntılı cevap verirdi. Karşıdaki anlamadan bırakmazdı. O gün, o ilçenin sayılı zengin işadamlarından biri de oradaymış. Babamın konuşmasından hoşlanmış, dinlemeye devam etmiş. Adamın dinle bağlantısı sadece “Müslüman” olduğunu söylemekten ibaretmiş. Beş vakit namaz şöyle dursun, Cumaya dahi gitmezmiş. İçki içmediği gün yokmuş. Halk arasında kendisi için, “su yerine içki içer” deyimi söylenirmiş.
İşte dine yabancı kalmış bu adam o gün babamın sohbetinden etkilenmiş. Oradan ayrıldıktan sonra düşüncelere dalmış, dine ilgi duymaya başlamış. İçinde pişmanlık hissi ve tövbe etme isteği oluşmuş. Sonunda kararını vermiş: ilk iş bu mel’un içkiyi terk edecek, sonra dinin direği olan beş vakit namaza başlayacak.
Aradan birkaç gün geçmiş, içkiyi ağzına yaklaştırmamış. Artık tam layıkıyla namaza başlama vaktinin de geldiğini düşünmüş. Kalbi sevinçle dolmuş. Bir sabah büyük bir heyecanla güzelce abdestini aldıktan sonra sabah namazını kılmak üzere o şehrin en büyük ve merkezi camiine gitmiş.
Camide 15- 20 kişi oturmuş namazı bekliyorlardı. O da onların arasına gidip oturmuş, beklemeye başlamış. Onu camide görenler şaşırmışlar. Herkes ona bakmış. Çünkü hiç kimse onun bir gün namaza geleceğine ihtimal vermiyordu. Kimisi “bu ayyaşın camide işi ne?” diye düşünürken, kimisi de “Bu sarhoş galiba yolunu şaşırdı, yanlışlıkla camiye geldi!” şeklinde bir zanna kapılmış. Bu düşünceyle, yanında oturanlardan biri kulağına eğilip “Burası camidir!” demiş. Adam camidekilerin kendisiyle ilgili kötü düşündüklerini anlamış, üzülmüş ama sesini çıkarmamış. Namazdan sonra eve dönerken,“Yahu tövbe ettim, içkiyi bıraktım, namaza geldim ama insanlar beni kabullenmiyor. Ben ne yapacağım şimdi?”diye hüzünlenmiş.“Acaba kendimi nasıl insanlara kabul ettirebilirim?” diye çareler ararken, müftüye sormanın daha uygun olacağını düşünmüş ve gelip durumu babama anlatmış: “Müftü efendi, ben tövbe ettim, içkiyi bıraktım, sabah namazına gittim ama “Burası camidir!” deyip beni kovmaya kalkıştılar. İnsanlar beni camiye kabul etmiyor. Bu sorunumun çaresi nedir?” demiş.
Babam tebessüm ederek şu ilginç cevabı vermiş:
“Sen ilk olarak sabah namazına gitmekle hata ettin. İnsanları bu değişimine inandırman zordur. Sen şöyle yapmalısın: Namazlarını bir süre evinde kıl, sadece Cuma namazı için camiye git. Bir ay kadar sonra ara sıra ikindi namazları için camiye git. Sonra öğle namazını da ekleyebilirsin. Daha sonra akşam ve yatsı namazlarına git. İnsanlar seni camide görmeye artık alışırlar. En son olarak sabah namazına git. En sonda olması gerekeni sen en başta yapmışsın. Onun için insanlar şaşırıp kalmışlar!”
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum