İnsan ya da toplumlar, yaşadıkları büyük yıkım veya felaketlerden sona oturup bir hasar tespiti yaparlar. Böylesi bir hasar tespitine ihtiyacımız var. Ama bazı fırtınalar var ki; size bu fırsatı vermez, bir türlü dinmez. Sizi hazırlıksız yakalamıştır ya da sizi köreltmiş, ayartmış, zayıflatmış, yeteneklerinizi çalmış ve yönlendirmiş, inancınızı ve iradenizi sıfırlamış ve size çaresizliği öğretmiş, sizi kendine ram etmiş ve ardından büyük saldırıya başlamıştır.
Bu durumda şaşkınsınız. Nereye, kime yöneleceğinizi bilemez halde umutsuzca savrulursunuz. Ne eski günlere sığınmak ne de eski dostları hatırlamak sizi kurtarır. Mutlak bir yenilgiyi kabullenmiş ve bu yenilgiyi idrak edemeyecek bir hale gelmişsiniz. Acı olan; bu toz duman içinde kurtarıcı diye sizi çağıranların da birer felaket faili olmaları... Böyle bir durumdayız. Hem fert hem toplum hem bölge ve hem de dünya olarak halimiz budur.
Yara bere içinde olan bedenimize ve ruhumuza değil; başka yönlere bakıyoruz. Başka yönelişlerden dolayı bu duruma geldiğimizi fark edemiyor ve hala da işaret edilen konulara odaklanıyor, kendi halimizin doğru tahlilini yapmaya bir türlü yönelemiyor, bunu, engellendiğimiz için yapamadığımızı da fark edemiyoruz.
Akletmek eyleminin Kurani anlamını ve kapsamını idrake yanaşmıyoruz.
Bu büyük resme bakabilmek ve her mevcut, iş ve oluşun bu resimdeki yörüngesinin tespitini kapsadığını hatırlamak istemiyoruz. Hatırlasak; doğru tanır; doğru tanımlarız. Şaşmaz bir ölçüye sahip oluruz. Namusumuzu, şerefimizi, değerlerimizi, bize ait olanları, hakkı, hukuku, mazlumu, zayıfı, zalimi, hırsızı, katili, savaşı, barışı doğru görür ve doru tanımlarız.
Neyi? Her şeyi: Dostu, düşmanı, iyiyi, kötüyü, faydalıyı, zararlıyı, kendimizi, başkalarını, görüneni, görünmeyeni...
Bir hamaset yapmak niyetinde değilim. Hamaset zararlıdır. Ancak, görüneni herkesin görmemesi de üzücü. Normal olmayan o kadar ifsada normal olmayan bir tepkisizliğin de normalleşmiş olması hatta savunulması küresel bir Kerbela’ ya eşdeğerdir adeta.
Hakikate, Kuran’ a yöneldiğimiz zaman; kendimizi tanır, değerimizi/izzetimizi/konumumuzu/misyonumuzu/dünyadaki rolümüzü ve sorumluluğumuzu fark edebiliriz. O zaman irademizin, namusumuz olduğunu, dinimizin şerefimiz olduğunu ve düşmanın hilesinin zayıf olduğunu fark edebiliriz…
Kuran'dan uzaklaşıp nefsimizle baş başa kalalı böyleyiz. Böylece birey denen tanrıyı yarattık ve bir türlü huzur bulamadık. Neyi kaybettiğimiz önemli. Neyi kaybettik?
Nefsimizden başlayarak itiraz etmeyi ve sağlam bir iman için alan temizliği yapmayı denemeliyiz kanaatimce. Yeniden iman etmeliyiz. Sahteydi bu din, diyebilmeliyiz ve sahteydi bu tanrı/lar. Yeniden başlamalıyız çünkü onarılamayacak bir bozgun içindeyiz. Normal karşılıyoruz en uç bozgunları/bozgunculuğu. Normal karşılıyoruz, utanmıyoruz ve hatta savunuyoruz. Duyarsızız. Hatırlatanları cezalandırıyoruz bile.
Bu fırtına, bu bozguncu fırtına dinmeyecek, bizi kıskıvrak yakalamışken işini tamamlamak için kararlı görünüyor. Durup çare aramak için sığınılabilecek yegâne mümbit ve korunaklı yer Allah'ın kitabından başkası değildir.
Bir küfür/örtme çağında yaşıyoruz. Ama bu örtme, bilinen anlamıyla gizleme değil; tam tersine gösterile gösterile bir gizlemedir. Zihnimizin, değerlendirme şeklimizin ve kıstaslarımızın değiştirildiğini fark etmeksizin, bize, aleyhimize olan gösterilip başka yöne yönlendiriliyor ve aleyhimize olanı durup değerlendirme, ciddiye alma gibi bir durumda olamıyoruz.
Bize din diye, gösterilene, bize alim diye gösterilene, bize dost diye gösterilene, bize düşman diye gösterilene, bize faydalı diye gösterilene, bize zararlı diye gösterilene, bize kurtarıcı diye gösterilene, bize hakkınız bu kadar diye gösterilene, bize gelecek diye gösterilene, bize normal diye gösterilene itiraz etmeden, sorgulamadan, fikrimiz alınmadan, nasıl bir tepki vermemiz planlanmışsa; öylece tepki verir hale getirilmişiz.
Hayır diyemiyoruz. Diyebildiğimiz kadar gücümüzün olduğunu da bilemez haldeyiz. Hayır, hayır normal değil. Normal olan bir şey yok. Yok, yok. Diyemiyor muyuz? Bu kalıplar, bu tarz, bu ölçütler sahte, bu gelecek, bu sınırlar, bu konumlar sahte. Çıkış yolumuz var. Bunu bilelim, buna iman edelim ki; var:
Kuran atmosferine çekilip yeniden düşünmek ve yeniden iman etmek.
İslâm' ı bireysel alandan kurtarıp kamusal taleplerde bulunmak, bireysel dindarlık tuzağını parçalayıp her türlü sahte sınırı/sınırlılığı/bağı/yorumu/bölgeselliği reddetmek.
Ancak böylece Allah'ın, kendimizin, gidişatın, büyük resmin ve bulunduğumuz yerin/gücümüzün farkına varmaya başlayabiliriz.
Zihinsel esaretten kurtulmalıyız öncelikle. Düşünme, değerlendirme, görme, bakma özgürlüğünü kazanmalıyız yeniden. Böylece bu evrensel boyuttaki saldırının farkına varabilir ve evrensel bir karşı koyuş sergilemenin yolunu bulabiliriz.
Kendi özgünlüğümüze, kendi kavramlarımıza, kurumlarımıza doğru bir yolculuğa başlayabilmenin yolu Kuran’dan geçer.
Böylece ayrışmaya, çatışmaya, kadim ihtilaflara dolayısıyla münafık ve ifsad edici çağrılara icabet etmemeyi başarabilir; küresel mezalime karşı iç ve dış dirençlerin gerçek yüzünü ve gerçek gücünü ifşa edebiliriz.
Önümüze konan gündemlerin tuzağına düşmeden, gerçek gündemimizi oluşturabilme basiret ve ferasetini edinmeye, üzerimizdeki ulvi misyona uygun bir farkındalıkla ve sorumluluk bilinciyle haktan yana bir var oluş sergilemeliyiz.
Küresel tahakkümün dokunulmaz kıldığı tüm dokunulmazlara dokunabilmenin yolu; önce zihnimizi zincirlerinden kurtarmaktır. Bunun yegane yolu; Kuran’ a yönelmektir.
Bu olmadığı zaman ahlak da olamaz din de olamaz.
Peki; geciktik mi? Evet.
Geç mi?
Hayır.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum