İnsanın önemli bir zaafı şekilciliktir. Her işte asıl mahiyetinden ve özünden ziyade şeklini sever, yüzeyselliği ön plana çıkarır. Davranışlarında şekilcilik sırıtır.
Oysa insana yakışan, her işin “gerçeğini” ortaya koymaktır. Bu itibarla toplum tarafından görülmeyen yönleriyle ve sebepleri de yerine getirerek her şeyin en iyisini yapmaya çalışmak lazımdır. Elbette şeklin de önemi var ama içeriğin, özün, mahiyetin değerinin ona sızdığı orandadır. Çünkü hiçbir kılıf, içindekinden daha değerli olamaz. Cevizin kabuğu, içini koruduğu için değerli olabilir ama asıl amaç olan “içe” ulaşılınca kabuğun değeri kalmaz, kabuk atılır.
Şekilcilik, eğitimde, sanatta, dinde ve toplumsal her türlü işlerde ortaya çıkabilir. Kişinin bilgisine ve fikirlerine değil, elbisesine değer vermek; ilme ve Kur’an’ı anlamaya değil, ses güzelliğine önem vermek; halisane ibadete değil, cami süslemesine, minare uzunluğuna ve geceleri sabaha kadar ışıklandırmaya önem vermek, tüm bunlar şekilcilikten kaynaklanır.
Şekilciliğin iki nedeni vardır. Birisi: Bilgisizlik ve yanlış zandır. Bu, bir derece mazur sayılabilir. Diğeri ise: gösteriştir. Bundan kaynaklanan şekilcilik, sahtekârlıkla eşanlamlı olur; davranışlardaki yalancılık olarak görünür.
Gösterişe dayanan şekilcilik bir çeşit sihirdir. Bir şeyin gerçeğini yapmak değil, gerçeğini yapmış görünmekten ibarettir. Bu görünme de topluma yönelik olduğu için insanların birbirlerini kandırması ile sonuçlanır. Bu açıdan bakıldığında dinde şekilcilik olmamalıdır. Çünkü insanlar birbirlerini aldatabilirler ama –hâşâ- Allah’ı aldatamazlar. Ancak dindeki şekilcilik de yine toplumu kandırmaya yöneliktir.
Şekilcilik, gösteriş hevesinden kaynaklanır. Bunun da temelinde insanın toplumsal bir varlık olması yatıyor. Kişi, topluma bağlı olduğu için, kendini topluma göstermek ve toplumun ilgisini kendisine çevirmek ister. Gaybî ve manevi halleri gösteriş konusu yapamadığından, şekilciliğe meyleder. Hatta şekli olmayan tamamen soyut hallere bile hayali bir şekil oluşturmaya çalışır. Örneğin yalnız Allah’a yapılması gereken davranışları bile toplumun görebileceği yerlerde icra eder.
Oysa mümin insan bilir ve inanır ki Allah, zamandan ve mekândan münezzehtir; O’nun bilgisinde olmayan hiç bir şey yoktur; kalplerdeki niyetleri, hayalden geçenleri dahi bilir; her şeyi görür ve işitir. Beşerin aklının alamayacağı bütün mükemmel sıfatlara sahiptir. Kur’an’ında da şöyle buyurarak: “Sözlerinizi gizleseniz yahut açıkça vursanız da O Allah gönüllerde saklı olanı bilendir. Yaratan bilmez mi? O, en gizli şeyleri bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır.” (Mülk, 13-14) şeklinde kendini tanıtmaktadır.
Buna inanan bir kimse, muhatabı Allah olan ve yalnızca O’nun rızasını kazanmaya yönelik olan davranışı niçin toplumun haberdar olacağı yerlerde yapmak istesin?
Toplumun beğenisini kazanmayı amaçlayan ameller, hedefine ulaşsa da Allah katında makbul olmaz, yok hükmündedir. Bununla beraber, Allah’ın emri için yapılması gereken ameli, asıl amacına uygun yapmadığından ilahî cezaya da mustahak olur.
Dinde yeri olmayan ve “bid’at” adı verilen ameller de şekilciliğin ürünüdür. Çünkü dindeki ibadetler, şekilciliğe kaçan kimseyi tatmin etmediğinden, şekilcilik hissine uygun birtakım amelleri ibadet diye yapmaya başlar. Mevlit törenleri ve ilahiler bu şekilde ortaya çıkmıştır.
Bid’atler zamanla bir gelenek haline gelir, bunun sonucu olarak asıl ibadetler terk edilse de bu bid’atler terk edilmez.
Günümüzde birçok Müslümanlar arasında mevlit ve ilahi okumak ibadet durumunda kabul görmektedir. Her bir harfine karşılık on sevap verilen Kur’an okuma ibadeti derecesinde sayılmakta, çoğu kez onun yerine geçmektedir.
Yanlış anlaşılmasın, ilahiler güzel anlamlı, insanı heyecana getiren sözlerden oluşabilir, insanı ruhen dinlendirebilir ancak okunması ibadet olmaz. Unutulmamalıdır ki, Kur’an mealleri de dâhil olmak üzere her ne olursa olsun hiçbir beşerin sözü, Allah kelamına ulaşamaz, onun yerine geçemez. Namazlarda da ancak Allah’ın kelamı okunur, onunla ibadet edilir. Namazın farzlarından olan “Kıraat” Kur’an okumak demektir.
İşlerinde gerçekçi ve samimi olanlar ne yazık ki kendilerini şekilciler kadar topluma kabul ettiremiyorlar. Oysa toplumun şekilcilerden istifadesi olmaz. Çünkü onların yaptıkları yok hükmünde olduğu gibi, sözleri de cerbeze denen kurnazca bir laf kalabalığı, gürültü ve şamatadan ibarettir.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum