Son günlerde, kimi covid-19 ile ilişkili olmak üzere ülkemizde ve özellikle de bölgemizde birçok alim vefat etmiştir.
Alim, bize ait bir kavram ve sadece bilmekle ilişkili değil, bilen ve amel eden/uygulayan/yaşayan bir mana taşır ve aynı zamanda aydın anlamını da içerir.
Bu bağlamda alimlere önem verir, onları, toplumun öncüleri kabul ederiz. Kolay yetişmezler, sayıları hep azdır. Onlar halkla iç içeler. Eminler . En kılcal alanlarda, halkla doğrudan/yüz yüze temas halindedirler. Bilgi vermenin, aydınlatmanın yanı sıra sorun çözme fonksiyonları vardır. Bu da onları, halk nezdinde daha saygın bir yere oturtur.
Onları akademisyen ve entelektüelden ayıran yanları da budur. Onları halktan ayıramamak.
Bu yüzden, “Alimin ölümü, alemin ölümü gibidir” deyimi, bizim için çok önemli anlamlar taşır.
Urfa’mızın yetiştirdiği Aziz Hoca da böylesi bir alimdi. Sürekli halk içinde ve halkla beraberdi. Yerinin doldurulması zordur. Ona ve diğer vefat eden alimlerimize Allah rahmet etsin.
Bize düşen onların hatıratını yaşatmaktır. Aziz Kutluay Hoca’nın bize, ete kemiğe büründürerek bıraktığı hatıra hiç kuşkusuz Aşevi bünyesinde tecessüm eden infak kültürüdür.
İnfak/paylaşım/yardımlaşma/bölüşme/çaresizin derdine derman olma yönünde yapacaklarımızla Aziz Hoca'nın hatırasına sahip çıkmış olacağız. Urfa, bu konuda alnı ak bir şehir, İbrahim cömertliğinin sirayet ettiği bir coğrafyadır.
Bu bağlamda Aşevine Aziz Hoca'nın isminin verilmesinin isabetli olacağı söylenebilir.
LÜBNAN PATLAMASI VE DOĞU AKDENİZ
Beyrut Limanı'nda meydana gelen patlama ile Batı Asya'nın yeni bir sürece girdiği söylenebilir.
Önceleri Biladü'ş Şam içinde olan Lübnan’ın, tarihi süreçlerde Osmanlı ve Fransa ile de ilişkileri olmuştur.
Biladü'ş Şam; yaklaşık olarak şimdiki Suriye, Lübnan ve -İsrail denen Siyonistlerin işgali altında bulunan kısmı da dahil olmak üzere- Filistin' i kapsayan bölge/Şam beldeleri.
1975-1989 iç savaşı ile de çok acılar yaşamış olan Lübnan, İsrail’in sürekli tehdidi altında.
Lübnan’ da İsrail etkisi/işgali ABD tarafından hep öncelenmiştir. Bu bakımdan Garantör ülke olan Suriye askerlerinin Lübnan’ dan çıkarılması için baba Hariri suikastı gerçekleştirildi ve Suriye askerlerinin Lübnan’ dan çıkarılması sağlandı.
Ancak maksatları bir türlü gerçekleşmiyor. Her problemi, direnişe bağlayan sistematik bir türlü dikiş tutmuyor. Lübnan'ı kendini savunamaz hale getirmek istiyorlar, daha açık bir ifade ile Lübnan' ı İsrail' e kurban etmek istiyorlar ve bu niyetlerini ifade etmekten de imtina etmiyorlar.
Hatırlanacağı üzere Said Hariri’nin geçenlerde Suudi’ de rehin alınıp direnişi suçlaması senaryosundan da bir sonuç elde edilememişti ve bu süregelen ekonomik durumun sebebi ve son patlamayı bile direnişi suçlama saplantısına dönüştürme çabaları da şimdiden çökmüş görünüyor.
Lübnan, Irak ve Suriye’ de bölünmenin ve daha önceki bir plan olan ve bölgesel bir savaşı tetiklemenin başlangıcı olacak mezhep savaşının da gerçekleşmesinin önlenmesi büyük oranda direniş politikaları nedeniyledir. Bu bakımdan direniş politikaları, içinde Türkiye’ nin de bulunduğu coğrafyamızın parçalanması ve tüm bölgenin Batının/İsrail’in hizmetine girmesi planları önünde en büyük engel.
Türkiye’nin 15 Temmuz direnişiyle başlattığı ve Suriye, Doğu Akdeniz ve Libya’ da sürdürdüğü direniş politikalarının etkili olması için bölgeyi talan etmek ve bölge halklarını köleleştirmek isteyen küresel haydutlara karşı her cephede dik durmayı sürdürmesi önem taşımaktadır.
Lübnan'da yaşanan patlama felaketiyle Fransa ve Türkiye’nin temsilcilerinin Lübnan’ ı ziyaretleri en çok konuşulan ziyaretler oldu.
Lübnan’daki, demografik gereklilikler, mezhep, din gibi hususların dikkate alındığı belirtilerek Fransa tarafından dizayn edilmiş mevcut siyasi düzenin Lübnan için artık sürdürebilir olmadığı, bu patlamayla bir kez daha gündeme geldi.
ABD ve İsrail’ in Suudi ve diğer bazı körfez ülkeleri marifetiyle Lübnan’ da bir dönüşüm istedikleri, Fransa’nın da eski mandası olması ve Lübnan’daki Hıristiyan nüfustan dolayı doğal bir sahiplenme görünümünde, sorun teşkil eden kimi odaklarla (Caca, Canpolat gibi) görüşmesi ve özellikle İsrail’ in ise; Lübnan’ da ki direniş güçleri üzerinden meseleye odaklanması, şer odaklarının halkın sıkıntı ve ekonomik durumlarını umursamadan yolsuzluklara devam edip ekonomiyi batırmaları ve Lübnan halkının direniş güçlerine karşı eyleme geçmesi yönünde ABD tarafından dayatılan yaptırımların eklenmesi…
Tüm bular, Lübnan’ın zaten ayakta duramayan siyasi sitemini de ekonomi ile birlikte batmanın eşiğine getirmiş ve ardından koca limanı yok eden patlama ile ciddi bir çöküşe ve krize yol açmıştır.
Direniş politikalarının, Lübnan' ı İsrail ve ABD işgalinden kurtarması ve hala da işgale karşı durması İsrail ve Batı kampını huzursuz etmektedir. Bu politikalar, Lübnan'daki tüm din ve mezhep müntesiplerinin direniş politikalarından vazgeçmesini zorlaştırıyor.
Lübnanlılar, direniş yapılarına Kuva-i Millîye gözüyle bakıyorlar. Aynı durum Irak için de geçerli. Elbette Lübnan ordusunun güçlenmesi, dış tehdidin sonlanması ve İsrail tehlikesinin ortadan kalkmasından sonra silahlı direniş güçlerinin de silahsızlanacağı, huzur ve sükunun geleceği bir Lübnan herkesin özlemi. Ancak bunu dile getirenlerin gerçek niyetlerinin bu olup olmadığı şüpheli. Mesela; Fransa, BAE, Suudiler gibi güçlerin gerçekten Lübnan'ın huzur ve barışını ne oranda istedikleri sorgulanmalıdır.
İsrail ve Batı kampı, bölgede Türkiye'nin haklarını gasp etme peşinde. Bunu, Doğu Akdeniz' de fiili olarak da göstermektedir. On iki ada ve diğer bazı yakın adaların gaspı ve Kıbrıs da dahil bu adalar üzerinde sürdürülen küresel vesayeti kırma gereği, Türkiye'nin Batı kampı karşısında uyguladığı dik duruş ve direniş politikalarının önemini ve gereğini ortaya koymaktadır.
Türkiye’nin, Mersin Limanı’nı kardeş Lübnan halkının hizmetine sunma teklifi bu bağlamda değerlidir. Ayrıca Türkiye’nin, bu patlamayla ve ikinci Nawteksle yaşanan gerilimlerden anlaşılacağı üzere ve ayrıca İsrail’ in Doğu Akdeniz’ deki safının belli olmasından sonra bazı adımları geciktirmemesinde yarar var.
Birisi; Lübnan ve İsrail arasında yaşanan deniz sınırı anlaşmazlığında Lübnan’ dan yana saf tutarak müdahil olması, gücü yettiğince İsrail’ i Doğu Akdeniz’ den uzak tutması, diğeri ise Suriye yönetimiyle aleni ilişkiler ve iş birliği geliştirmesidir.
Batı ve İsrail’ in, İsrail’ in güvenliği çerçevesinde sürdürdüğü tüm politikaların, Türkiye’nin de aleyhine işlediğini ve Türkiye’nin de bundan beri olmadığı artık daha net olarak görülmektedir.
Özetleyecek olursak; ABD Suriye’ de, Irak’ ta ve Lübnan’ da başta olmak üzere; gerekli görürse Libya ve Yemen’ de, Türkiye’ de ve daha birçok coğrafyada parçalı siyasi yapılanmalar oluşturmak istemektedir. Bölgeyi, aralarına kalıcı ihtilaflar olacak şekilde daha küçük parçalara bölmek istiyor.
Bu bakımdan direniş politikalarının, aramıza serpiştirilmiş suni ihtilafları bir kenara bırakarak bölgesel kenetlenme ve terör, darbe, işgal ve her türlü fine faaliyetlerinde bulunan yabancıların üs ve askerlerinin bölgemizden kovulmasını önceleyen iki temel yaklaşımı anlaşılır ve dikkate değerdir.
OKULLARIN AÇILMASI
Nihayet Milli Eğitim Bakanı'ndan beklenen açıklama geldi. Okulların nasıl ve ne zaman açılacağı ilan edildi. Konuya eğitim camiası ve velilerin de dahil edilmesini isterdim. Hatta hukukçuların ve STK temsilcilerinin de. Elbette birçok uygulama yapılacağı beklenebilir. Mesafe, farklı yerlerde farklı zamanlamalar vb diğer tedbirler. Bu konuya geçen hafta da değinmiştim, değinilmeli. Şahsen bu konuda iki hususu hatırlatmak isterim.
Birincisi; Velilerin, çocuklarının okula gidip gitmemesi yönünde bir inisiyatiflerinin olması, devam mecburiyetinin olmaması, diğeri ise kronik hastalığı olan eğitim çalışanları ile ilgili bir düzenlemenin gerekliliği.
Yeni eğitim öğretim yılının hayırlar getirmesi dileği, selam ve dua ile.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum