İnsanın gerek bireysel gerekse toplum olarak değerlerine sahip çıkması bir erdemdir ve aynı zamanda görevdir. Bu bağlamda ve bu niyetle yapılan sahiplenme ve karşı tepkiler elbette değerlidir ve desteklenmelidir.
Peygambere sahip çıkmak ciddi bir iddiadır.
Peygambere sahip çıkmak ne anlama gelir ya da neyi içerir? Peygambere saldırı nedir? Kim, neden saldırır peygambere, İslam’ a ve Müslümanlara?
Peygambere sahip çıkma iddiasındaki her girişim ya da tepki ile peygambere sahip çıkılmış olunur mu?
Peygamber; Allah’ın elçisidir. Onun Allah’ tan getirdiği mesajları/sistemi kabul edenler Müslüman kimliği kazanırlar ve son peygamber de dahil tüm peygamberler ve Allah’ tan gelen tüm mesajlar/değerler/müktesebat/tarz ve hissedişler/kabul ve reddedişler Müslüman kimliğin sahip çıkması gereken asli değerleridir.
Birçok İslam toplumu; kendi öz değerleri olan peygamberinin Allah’ tan getirdiği/Allah’ın 'uyun' dediği ilkelerle değil; İslam’ a ve peygambere hakaret eden ve alay eden batı dünyasının değerleriyle kurumsallaşmış, onlardan alınan yasalar, yönetim modelleri ve müfredatla hareket etmekte, onların ahlakıyla ahlaklanmaktadır.
İslam ve Müslümanların batı ve küresel emperyalizm için tehdit olarak algılanmaya başladığı böylesi dönemlerde peygambere sahip çıkma adına meydanlara koşanların birçoğu bile tüm samimiyetlerine rağmen bu sorgulamaları yapmaz, mevcut gidişat konusunda; “Allah ve peygamber razı olur mu?” diye sormaz.
Duygusal bağlar da önemli olmakla beraber, esas olan; peygambere duygularla değil; ilkeler ve değerler bağlamında yaklaşma bilinci ile hareket etmektir.
Peygambere küfredenler, İslam toplumlarında kendilerinin kurdukları sistemlerden rahatsız değiller. Bu toplumların, peygamberin gerçek anlamda tanınmaması için yürürlükte olan ve işleyen mekanizmalarından rahatsız değiller.
Onun saçıyla, kılıyla, idrarıyla, sarığıyla, saçma sapan rivayetlerle uğraşan kesimlerden rahatsız değiller.
Şirkin, tekfirin, mezhepçiliğin, ırkçılığın, tarikatçılığın, rantçılığın, hırsızlığın, mafyacılığın, uyuşturucunun toplumu mahvettiği düzen ve işleyişten rahatsız değiller.
İsrail’e ve batıya uşaklık eden ama Müslüman kardeşinin en ufak bir farklı düşüncesini veya eleştirisini hiddet ve şiddetle karşılayıp ötekileştiren, bölen, bölünen zihniyetten de rahatsız değiller.
Onlar; İslam coğrafyasında, küresel projelerini gerçekleştirmek için kurdukları ve kullandıkları; tekbir getirerek her türlü İslam ve insanlık dışı cürmü işleyen şebekelerden de rahatsız değiller.
Onlar; işgal ve talan sırası kendisine gelen bir İslam toplumu için harekete geçecekleri zaman, emirlerine amade olan İslam ülkelerinden de rahatsız değillerdir.
Onlar; "normalleşme" adını verdikleri zilleti kabul ederek; küresel hegemonyanın evimizdeki/coğrafyamızdaki temsilcisi İsrail’ e hizmetkar olma/metres olma zilletini kabul eden ülkelerden de rahatsız değillerdir.
Oysa peygamberi gerçek anlamda tanımayı reddederek, ona, saçma sapan rivayetlerle yaptığımız yakıştırmalarla hakaret eden biziz.
Küresel hegemonik projelerde sömürgecilerden yana saf tutarak peygambere hakaret eden biziz.
İslam toplumları olarak Peygamberin, Allah’ tan getirdiği ilkelere sahip çıkmayarak, sosyal adaleti uygulamaktan kaçınarak ona hakaret eden biziz.
İslam toplumları olarak halimiz budur. Peygamberin adını bile ağzımıza alacak yüzümüz mü kalmış ki?
Peygambere küfredenlerin bir kaygısı var: İslam’ ın önlenemez yükselişi.
Bu kaygı da kendi toplumları, kendi coğrafyaları ile ilgilidir.
Sömürgelerinden elde ettikleriyle kendi toplumlarında sağladıkları yaşam standartlarının devam etmesi için alınan tedbirlerin ana ayağını nefret söylemine dönüşen ve artık İslamofobi diye adlandırılmaması gereken politikalara sarılmaktadırlar.
İslam coğrafyası başta olmak üzere sürdürdükleri savaşlar, ablukalar/yaptırımlar, işledikleri cinayetler, yaptıkları terörist saldırılar, darbe teşebbüsleri ve toplumlarda çıkardıkları huzursuzluklar/iç karışıklıklar, ekonomik vd saldırılar, şantajlar ve talanların devamını garantiye almak istiyorlar.
Küresel intifada bilincini, İslam toplumlarının uyanışını bastırmak, engellemek istiyorlar.
Sömürmeye devam ettikleri ve ellerinden gitmesinden endişe ettikleri bölgeleri ellerinden kaçırma, paylaşımı yapılmış küresel hegemonik sistemin işleyişinin aksamasına yönelik kaygıların hepsi bu kapsamdadır.
Dünya artık eski dünya değildir. İki bloklu sistemin çökmesi ile iki kutupluluğun sonlanacağına dair tahminler tutmadı.
Nasıl adlandırılacağı tartışılabilir ama dünya artık iki bloklu;
Küresel emperyalist sistemi temsil eden blok ve İslam toplumlarının başını çektiği, küresel ifsad ve her türlü haksızlığa karşı, mevcut küresel sisteme alternatif direniş bloğu.
Batı, boşuna paniklemez, boşuna telaşlanmaz; kendileri açısından, dünyanın sömürülen kesimlerinin gasp edilmiş haklarına kavuşması gibi kendileri için büyük bir kayıp olarak değerlendirdikleri bir tehlike ile karşı karşıyalar.
Doğu Akdeniz'den Yemen'e; Suriye'den Afganistan'a; Lübnan’dan Irak’a; Azerbaycan’dan Filistin’e kadar devam eden savaşların, 'normalleşme', yaptırım ve diğer bir sürü politikanın sürdürülmesine varana kadar yaşananların tümünün; bu yeni kutuplulukla ilgili olduğu söylenebilir.
İslam'ın güncellenmesi, peygambere hakaret veya benzeri operasyonların tümü bu kapsamdadır ve bu büyük resme bakılmaksızın değerlendirilirse eksik kalır.
Bu yüzden önce marjinal gibi başlayan ve resmi olarak açıktan desteklenmeyen İslamofobik politikalar, giderek genel anlamda batı yönetimlerinin açıktan desteklemek durumunda kaldıkları ve İslamofobiyi aşan ve nefret söylemine/açık bir savaş ilanına dönüşen haçlı bir saldırı mahiyetine bürünmüştür.
Orta ve uzun vadede Batıdaki Müslüman toplumların selamette olmayacağına dair tahminleri artık yabana atamayız. İslam toplumları, onları İspanya’ dan, Bosna’ dan, Kudüs’ ten… tanır ve Aliya’nın dediği gibi onlar hiç de değişmemişlerdir.
Öyle ise peygamberimize, dinimize/değerlerimize, Allah’ tan bize gelen nimetlere sahip çıkalım.
Önce ne olduğunu ve bu neliği nereden öğreneceğimizi bilelim.
Allah’ tan daha güzel hüküm verenin olmadığını hatırlayalım.
Peygamberi aşırı yücelten ve onu sıradanlaştıran rivayet ve hikayelere dayalı tanımlamalardan kaçınarak; Onu, Kuran’ dan/Allah’ ın tanıttığı gibi tanıyalım.
En güzel sahip çıkmak bu değil midir? O’nun Allah’ ının razı olmayacağı anlaşmaları, konumlanmaları terk edelim.
“De ki: "Ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyarım." De ki: "Hiç kör ile gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?" 6/50
" De ki: "Ben de sadece sizin gibi bir beşerim; bana tanrınızın tek tanrı olduğu vahyedilmiştir, doğruca O’na yönelin, O’ndan bağışlanma dileyin. Allah’a ortak koşanların vay haline!” 41/6
“Ey iman edenler! Allah ve resulünün önüne geçmeyin, Allah’a itaatsizlikten sakının! Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir.” Hucurat:1
Bu konudaki çok sayıda ayet var. Bunlar başka bir yazı konusu olmaya namzettir.
Sonuç olarak; peygambere hakaret eden soykırımcı dünyanın paradigmalarını toplumlarımızdan söküp atalım.
Onun Allah’ından başka ilah olmadığını haykıralım ve toplumlarımıza sunalım.
Onun ahlakıyla ahlaklanmaya başlayarak işe koyulabiliriz.
Tüm bu söylenenlerin üstüne şunu söylemeli:
Bize Allah' tan iyilik, güzellik getiren, şerefli, merhametli, cesaretli, cömert, yardımsever, sevgi dolu...peygamberimize onun bunun hakaret etmesi bizi incitiyor, canımızı yakıyor. Bu da böyle biline.
Rabbim, toplumlarımızın üzerine çökmüş olan zilleti kaldırsın ve bize; kendimizi korumayı, kendimizi temizlemeyi; gerçek anlamda peygamberi tanımayı ve onun yanında/safında olmayı nasip etsin.
Selam ve dua ile.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum