İnsan, Yüce Allah’ın kendisine verdiği “Kâinatın Halifeliği” veya “Eşref-i Mahlûkat” gibi rütbelerine uygun davranmadığı zamanlarda, bu unvanların çerçevesinde kendisine hizmet etmek üzere görevlendirilmiş hayvanlar vasıtasıyla uyarılmaları dikkatleri çekmektedir.
Korona salgınından çok önce Bir arkadaşımın evinde bir sohbet toplantısı amacıyla bulunuyorduk. Sohbet esnasında arkadaşımın yaklaşık seksen yaşındaki babası anlattı. Pür dikkat dinledim ve kelimesine dahi dokunmadan yazma ihtiyacı duydum. Şöyle ki:
“Köyde yaşıyordum. Köye oldukça yakın sayılacak bir mevkide bahçem vardı. Her sene bahçeme sebze ekerdim. O yıl da yine muhtelif sebzeler ekmiştim. Bahçenin etrafına da birkaç sıra şeklinde nohut ektim. Nohutlar yeşerip büyüdüler. Bahçenin etrafında hem güzel görünüyordu, hem de çocuklar yeşil nohut yemeği severler diye düşünüp bir an önce olgunlaşmalarını istiyordum. Ayrıca yemyeşil renkleriyle hem bir çit görünümü veriyor hem de bahçeme ayrı bir güzellik katıyordu. Nohut baklaları dolmaya başladıktan sonra gün be gün nohut baklalarının kemirildiğini ve koparıldığını görünce çok üzülmüştüm. İçimden ‘Bir hayvan bunu yapıyor ama nedir acaba? Bu kadar koruduğum ve yetiştirmeye çalıştığım nohutlarımı hangi hayvan ne hakla telef edebilir?’ diye geçirdim. Ertesi gün nohutlardan bir kısmının daha kemirildiğini görünce iyiden iyiye kızmaya başlamıştım. ‘Bu hayvanı bulup öldürmeliyim!’ diye karar verdim. O gün bir plan yaptım. Akşam karanlık çöktükten sonra bahçede pusu kurup gelen her ne ise öldürecektim. Düşündüğümü yapmak üzere akşam eşim ve çocuklarım bahçeden ayrılıp eve gittikleri halde ben tek başıma kalıp bir çalılığın arkasında bahçemi net bir şekilde görebilecek bir yerde saklanıp beklemeye başladım. Av tüfeğime de bir çift fişek doldurmuş ve hazırlamıştım. Akşam ezanı okunmuş vakit yatsıya yaklaşmıştı. O gece ayın on dördü olduğu için gökte dolunay da belirmiş ve net bir aydınlık oluşmaya başlamıştı. İçimden: ‘Ayın doğması da iyi oldu. Gelecek olan canlı her ne ise net olarak görebileceğim’ diye geçirdim. Biraz sonra baktığım tarafta bir hareketlilik olmaya başladı. Kıpırdayan çalıların arkasından beklediğim davetsiz misafirim gelmiş ve tam karşımda duruyordu. Onu kaçırmamak için neredeyse nefes bile almamaya çalışıyor, bir yandan da onu izliyordum. Evet, beklediğim gibi bir tavşandı. Gelir gelmez mesaiye başlamış ve nohutlarımı yemeye girişmişti. Tüfeğimi doğrulttum ve tam ateş edeceğim sırada köyde yatsı ezanı okunmaya başladı. Ezanın başlaması tavşanı ürkütüp kaçırır diye düşünürken tam tersi oldu. Tavşan ezanın okunduğu tarafa döndü ve arka ayakları üzerinde dikilerek ön ayaklarını kaldırdı ve ezan bitene kadar pozisyonunu bozmadı. Adeta ezana selam durmuş ve bana hayatım boyunca unutamayacağım bir ders vermişti. Ben de gizlendiğim yerde gördüğüm manzara karşısında adeta donup kalmıştım. Çoğu zaman okunduğunu dahi hissetmediğimiz veya okunduğunda hiçbir şekilde istifimizi dahi bozmadığımız ezan sesi karşısında tavşanın gösterdiği hareket beni dehşete düşürmüştü.
Tavşanın rızkını temin etmesinde, rızık zinciri içinde yer aldığım ve hayatım boyunca unutamayacağım o manzarayı bana gösterdiği için Allah’a hep şükrediyorum.”
Alvora Munera adında bir matador(boğa güreşçisi) son yarışta gücünü kaybedip arenanın bir kenarına kendisini zor atar.O an hissettiklerini şöyle naklediyor:
“ Boğa gözümün içine bakarak bağırdı, böyle sadece bağırdı. Sırtına oklar batırdığım hayvan bana zarar vermedi, istese beni orada öldürebilirdi fakat sadece gözlerime bakıp bağırdı. Her hayvanda olduğu gibi onun gözlerinde de masumluk vardı. Yüreğimde adaletin hıçkırarak ağladığını işittim. Belki de bağışlanırdım, lakin itiraf edemedim. Kendimi dünyanın en vahşi mahluku gibi hissediyordum."
Aylardır tüm dünyayı esir alan, sosyal, ekonomik ve bütün hayatları felç eden gözle dahi görülmesi mümkün olmayan bir virüsten de alınması gereken dersler olduğuna inanıyorum. İnsan kendisine verilen nimetlerin farkında olarak kendisine yüklenilen görevi yerine getirme bilincinde olmalıdır.
Bediüzzaman şu tespiti son derece önemlidir:
“Evet, insana verilen bütün cihâzât-ı acîbe, bu ehemmiyetsiz hayat-ı dünyeviye için değil, belki pek ehemmiyetli bir hayat-ı bâkiye için verilmişler. Çünkü, insanı hayvana nisbet etsek görüyoruz ki, insan, cihazat ve âlât itibarıyla çok zengindir, yüz derece hayvandan daha ziyadedir. Hayat-ı dünyeviye lezzetinde ve hayvanî yaşayışında, yüz derece aşağı düşer. Çünkü her gördüğü lezzetinde binler elem izi vardır. Geçmiş zamanın elemleri ve gelecek zamanın korkuları ve herbir lezzetin dahi elem-i zevâli, onun zevklerini bozuyor ve lezzetinde bir iz bırakıyor. Fakat hayvan öyle değil; elemsiz bir lezzet alır, kedersiz bir zevk eder. Ne geçmiş zamanın elemleri onu incitir, ne gelecek zamanın korkuları onu ürkütür. Rahatla yaşar, yatar, Hâlıkına şükreder. Demek, ahsen-i takvim suretinde yaratılan insan, hayat-ı dünyeviyeye hasr-ı fikir etse, yüz derece sermayece hayvandan yüksek olduğu halde, yüz derece serçe kuşu gibi bir hayvandan aşağı düşer”(Sözler-23. Söz)
Afiyette Kalın
[email protected]
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum