İhanet ağır bir kavram ve kime sorulsa; kimse kendisini hain/ihanet etmiş olarak düşünmez muhtemelen. Neticede insan hiçbir değere hürmet göstermese bile öz saygı denilen kendine olan saygısını –ki o da değerlidir ve henüz insanın bir hassasiyetinin olduğunun, tamamen ölmediğinin işareti sayılabilir- genellikle kaybetmez; kişinin, aynada kendi yüzüne bakabilmesini önemseme ihtimali yüksektir.
Çok bilinen münafıklığın üç alameti diye başlayan hadisteki ‘emanete hıyanet ederler’ ibaresindeki emanetin veya günlük hayatımızda emaneti en çok maddi/fiziki veya söz/sır olarak yorumlamamız, fark etmeden emanetin çok geniş olan anlamını/kapsamını oldukça daraltmış olmamızı beraberinde getirebilir.
Emanet kavramı aslında o denli geniş ki; bize verilen bütün nimetler/donanımlar, yetenekler, seçenekler, mükellefiyetler, akıl, duygular vesaire ve yine doğa/kainat, hükmümüzün geçtiği, etkileşim içinde olduğumuz durum ve varlıklar, üzerinde tasarrufumuzun olduğu her şey, herkes, her süreç, kısacası maddi ve manevi tüm imkanlar ve imtihanların hepsi emanet kavramı içinde yer alır.
Korumamız gereken bir emanet, şeklen bize kim tarafından verilmiş olursa olsun; o emanet bize Rabbimiz tarafından verilmiş sayılır. Müşriklerin peygambere mallarını, paralarını emanet etmeleri de dahil olmak üzere bu böyledir. Başka bir ifadeyle peygamber onlara ihanet etmiş olsa; Allah’ a ihanet etmiş sayılacaktı dersek yanılmış olmaz. Peygamber, bizim için bir numune idi ve emin olmak tüm müminlerin uyması gereken en temel farzdır.
Eminlik vasfını kullanarak/insanların güvenini kazanarak ve bunu dini motiflerle/söylemlerle yaparak, sonra da ona ihanet etmek en korkunç bir ahlaksızlık ve adaletsizliktir, zulümdür. Bu yol/tarz, dini faşizme kadar gider ve dine büyük darbe vurur. Sadece toplumda insanların birbirine karşı güven duygusunu kaybetmesine yol açmaz; dine ve kutsallara/değerlere karşı bir güvensizliğe de yol açar. Oysa din de insana emanettir.
Şu iki ayet emanet kavramına dair geniş bir analiz gerektiren çarpıcı ve kapsamlı anlamlar içerir.
“Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir.” Nisa: 58
“Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir.” Ahzab: 72
***
İktibas Dergisi’nde ihanet başlıklı yazıda şu ifadeler geçmektedir:
“Rağıb el-İsfehani “Hıyanet ve nifak aslında aynı anlamdadır, şu var ki hıyanet, ahit ve emanet bağlamında söylenir; nifak ise Din bağlamında söylenir, sonra ise birbirine karışır, (ikisi de aynı anlamlarda kullanılır)” demektedir. Bu dil bilginine göre hıyanet, sır konusunda ahdi bozmak suretiyle hakka muhalefet etmektir.
Hıyanetin zıddı emanettir. “Filana ihanet ettim” demek, “Filanın emanetine ihanet ettim” demektir. Şu halde ihanetin olabilmesi için öncelikle bir ‘Emanet’in olması gerekir. Yani kişi, bir söz vermeli veya bir şeyi muhafaza etmeyi, emin bir şekilde saklamayı taahhüt etmeli ki, sözünde durmazsa ya da emaneti iyi muhafaza etmezse ihanetten bahsetmek mümkün olsun.
Allah da ceza olarak onları lanetledi, kalplerini katılaştırdı. İşte bu İsrail oğulları, kelimeleri yerlerinden saptırıp, tahrif ettiler, kendilerine sürekli hatırlatılan şeyden pay almayı unuttular. İşte bu kavim için Allah diyor ki: ‘İçlerinden çok azı hariç, onlardan sürekli ihanet görürsün!’ Çünkü bunlar en başta kendilerine hainlik etmiş kimselerdir. Bunlar Allah’a ihanet etmişler, kendi benliklerine, fıtratlarına, eşya ile kendi benlikleri arasındaki uyuma, cenneti kazanma yolunun tabii ve fıtriliğine, şeytanın yoluna uymamak gerektiği gibi bedîhî gerçeğe ihanet etmişlerdir.
Allah’a verdikleri misakı bozan sadece İsrail oğulları olmadığı için, Allah’a ve Resul’üne, dolayısıyla dine ihanet eden de sadece onlar değildir.
Kur’an’da, “Allah’a ve Peygamber’ine ihanet etmek” diye bir yargı sözü yer almaktadır: “Ey iman edenler! Allah’a ve Resul’e hainlik etmeyin. Sonra bile bile kendi emanetlerinize ihanet etmiş olursunuz.” (8/Enfal 27). Böyle bir ihtar/uyarı, bir önceki ayette, ayetin ilk muhatabı müminlerin bir zamanlar yeryüzünde azıcık, mustaz’af bir topluluk olup, insanların kendilerini ezip çiğneyip geçmelerinden korktuklarını ama böyle bir korku döneminde Allah’ın onları barındırdığını, onları yardımıyla desteklediğini ve onları güzel/temiz azıklarla rızıklandırdığını hatırlattıktan (8/Enfal 26) sonra gelmektedir. Bu iki ayeti bütünlük içinde düşündüğümüz zaman şöyle bir sonuç çıkmaktadır: Nasıl ki Allah size zamanında yapacağı hayrı yapmıştı, güçlü kafir topluluklara karşı sizi korumuş ve ezilmekten kurtarmıştı. Sizi iki ayağınız üzerine dikilip varlığınızı sürdürecek bir konuma yüceltmişti. Öyleyse sizler de bunun kadrini bilin ve şimdi artık söz konusu tehlikelerin bulunmadığı şu günlerinizde Rabbinizi unutmayın. Rabbinize karşı nankörlük içinde olmayın.”
***
Sonuç olarak belirtecek olursak; Öğrenciler öğretmene, hasta doktora, çocuklar ebeveyne, eş eşe, komşu komşuya, toplum yöneticilere, hayvanlar çobana, insanlar insana emanettir ve sonuçta her şey ve dahi insan bile insana emanettir ve Allah emanet etmiştir, Allah’ ın emanetidir. Para, mal, mülk, çocuklar, statü, makam, mevki emanettir.
İçinden geçtiğimiz bu zorlu süreçte her şeyin, hayatın, insan ilişkilerinin, insanın, sağlığın, iklimin, doğanın, fıtratın, değerlerin, eğitimin, siyasetin dengesinin bozulmasında; ‘acaba ben hangi emanete hıyanet ettim, neyi yapmamam gerekiyorken yaptım ve neyi yapmam gerekiyorken yapmadım’ diye her insanın kendisine bir soru sorması gerekmez mi?
Selam ve dua ile…
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum