Geçen Cuma günü İzmir’de ölüm, yıkım ve yaralanmalara yol açan şiddetli bir deprem milletçe hepimize hüzün yaşattı, yürekten yaralandık. Enkazdan sağ olarak çıkarılanlar, mucizevî olarak kurtarılan yavrular bize sevinç ve umut vermiş olsa da bu korkunç felaketin acıları yüreklerde devam ediyor. Ölenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifa dilerim. Depremi yaşayan tüm İzmir’e geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum.
Devlet, millet, bütün kamu kurum ve kuruluşları depremzedelerin imdadına yetişmek, enkazdan can kurtarmak ve yaraları sarmak için seferber oldu. Özellikle gecesini gündüzüne katarak, yorulma nedir bilmeden en hassas şekilde enkazdan can kurtaran kahraman görevliler başta olmak üzere yardım elini uzatan herkesi tebrik ederiz.
Bir de yaralar sarılmaya çalışılırken, bu depremle ilgili olarak, kendilerine uygun bir sıfat bulamadığımız kötü niyetli, millet ve vatan düşmanı bir takım yaratıkların sosyal medyada yaptıkları iğrenç paylaşımlara şahit oluyoruz. Milleti ve bütün ehl-i insafı derinden yaralayan her acı olaydan sonra bir olumsuzluk bulma, çamur atma, felakete uğramış mağdurları suçlama gayretiyle bu tür paylaşımları yapmaktan geri durmayan ve “İnsan suretinde ama insan olmayan böyle mahlûklar nasıl olabilir?” diye hayrete düşüren insanlık dışı çirkin paylaşımlarını bir hırıltı veya yılan ıslığı nevinden sayıyoruz. Terörist ve sapkın şeytanî ideolojilerin emrine giren bu şahıslara aldırmıyoruz, zaten emniyet ve yargı onlara gereken işlemi yapacak.
Ancak bir de “depremin İlahî ikaz ve uyarı olduğu” ekseninde yapılan, güya dini ibret ve öğüt düşüncesiyle sunulan ama hiç de etik olmayan yakışıksız paylaşımlar var. Bunların söyledikleri kısmen doğru olsa da üslup ve tarzları doğru değildir. Uygun zaman ve makamda olmadığı için, inciticidir, aksülamel yapar. Din adına uygunsuz konuşanlar, dinin lekelenmesine ve dinden soğutmaya neden olurlar. Dine meyillerin arttığı, ilgi ışıklarının yandığı atmosferi bulandırarak, ışıkların sönmesine sebep olurlar.
Depremin ve doğal afetlerin ilahi ikazlar olduğu doğrudur. Ancak bunu dünyanın bir köye dönüştüğü, herkesin her şeyi anında duyduğu, depremzedelerin acılarıyla kavrulduğu, devletin, kamu kuruluşlarının ve duyarlı olan herkesin can kurtarmaya odaklandığı ve “nasıl bir can kurtarabiliriz” diye seferber olduğu bir hengâmda suçlayıcı ifadelerle dile getirmek yanlıştır, en basit ifadeyle etik değildir.
Eski zamanlarda bir köyde, küçük bir topluluğa veya bir medresede özel olarak söylenebilen umumî olmayan ve o zamanın tarzına uygun bazı izahların şimdi sosyal medyada karalayıcı bir şekilde paylaşılması uygun değildir. Yanlış anlamalara neden olur. Çünkü bu zamanın aklıyla o zamanın yöntemi anlaşılmaz.
Nasıl ki verilmek istenen bir bilginin anlatım ve sunuş tarzı çocuklar, gençler, yaşlılar, kadınlar için farklı farklıdır; herkese aynı şekilde, aynı ifadelerle anlatılmaz; yoksa kargaşaya, anlaşılmaya hatta kırgınlıklara neden olur; ve nasıl ki toplumların da asırlara göre yaşam tarzları değişiyor; aynı şekilde, öğüt vermenin, olaylardan dersler çıkarmanın, dinî açıklamalar yapmanın da tarz ve üslubu zamanlara göre farklılaşır.
Deprem felaketine maruz kalmış olan insanlar zaten acıyla kıvranıyorlar; evleri yıkılmış, kimi çocuklarını, kimi eşini, kimi yakınlarını ve sevdiklerini kaybetmiş. Böyle bir ortamda, acılarına maddi-manevi destek ve dertlerine derman, olmak, yaralarını sarmak ve teselli etmek gerekirken, "ilahi bir ikaz, bir ceza" deyip onları suçlayıcı bir tavır takınmak, acılarına tuz-biber sürmek olur. Bu da insani ve İslâmî değildir.
Depremin korku ve çaresizlik etkisinin maddeten depremden etkilenmemiş olan yakınlardan uzaklardaki insanlara kadar herkesi sarsması, depremin ilahî uyarı niteliğindeki mesajının, enkazda ölenlerden ziyade tüm topluma yönelik olduğunu gösterir. Çünkü ders almak hayatta kalanlara mahsustur. Ölenler ders almaz ölümleriyle ders verirler. Depremde ölen masumların şehid hükmünde olduğu konusunda hadislerin işaretiyle ( Buhârî, Cihâd 30; Müslim, İmâre 164.) âlimler fikir birliği içindedir.
Deprem elbette Allah'ın takdiriyledir. Ancak bilinmelidir ki depremde yaşanan yıkım ve ölümlerde Kader-i İlahî’nin suçu yoktur, binaları uygun şekilde inşa etmeyen hırsızların ve çıkarı için insan hayatına kastedenlerin suçu vardır . Çünkü sahtekârlık yapılmadan, malzemeden çalmadan, kurallarına uygun olarak inşa edilen binalarda yıkım ve ölümler olmamaktadır. En şiddetli depremlerde bile önemli sayıda binaların yıkılmaması, binaların yapımındaki sahtekârlığın rol oynadığını göstermektedir. Sahtekârlığı yasaklayan Allah, sadece uyarmak için sarsar ama sahtekârlar yüzünden büyük yıkım ve ölümler gerçekleşir.
Eğer Allah yıkım ve öldürmeyi dileseydi, 20-30 şiddetinde sarsar, her şeyi yok ederdi. Ancak mahlûkatına bu dünyada Rahman ismiyle muamele eden, rızık ve gerekli tüm ihtiyaçlarda mümin-kâfir ayırımı yapmayan, yağmuru damla damla rahmet olarak yağdıran Allah, depremleri de yıkım yapmayacak bir şiddette yaratmaktadır. Depremde yıkılan binaların inşaatında sorumluluğu bulunanların ve sonradan işyerini genişletme hırsıyla kolon keserek yıkımda parmağı olanların suçlarını "İlahî ceza" açıklamalarıyla -hâşâ- Allah'a yüklemek, Allah'a karşı büyük bir saygısızlıktır. Çıkarı için binaların yıkımını hazırlayan vicdansızların yaptıkları yanlarına kâr kaldıkça yıkım ve acıların sonu gelmeyecektir. Din hizmeti yapanlar, Kader-i İlahî’yi suçlama ve asıl suçlu vicdansızları örtbas etme anlamına gelebilecek yorumlardan kaçınmalıdırlar.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum