Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v)’in huzurunda adamın biri konuştu ve lafı uzattı. Efendimiz (s.a.v): “Dilinin önünde kaç perde var? Diye sordu. Adam: “Dudak ve dişlerim var, dedi. Efendimiz(s.a.v): “Bunların hiç biri senin sözlerini durdurmadı mı? Buyurdu.” (İbni Ebudünya) Başka bir rivayette, Efendimiz (s.a.v)’in huzurunda aşırı derecede kendisini medh eden bir adama: “Dilindeki laf kalabalığı kadar kötülük kimseye verilmemiştir, yani kişinin en büyük kötülüğü fazla konuşmasıdır.” Demek ki, konuşmak isteyen insanın; bulunduğu ortamın şart ve durumuna göre, incitici sözlerden kaçınmakla, sözlerini ölçüp biçtikten sonra ve dilinin önündeki perdeleri de (Dudak ve dişler) hesaba katarak konuşmalıdır…
Çünkü, laf veya söz; silahın namlusundan çıkan kurşun gibidir, bir kere çıktı mı, geridönüşünün olması mümkün değildir. Kurşunun, hedefe isabet etmesi veya etmemesi; sonucu değiştirmez. Demek ki, insan konuşmadan önce; etrafındaki insanların mizaçlarını, düşünce ve fikirlerini hesaba katarak ve iyice düşündükten sonra, şayet konuşacak şeyleri bulunduğu mekandaki insanlara faydalı şeylerse konuşmalıdır, yoksa malayani ’yegirebilir ki, bu da zararlıdır!... Çünkü ne her yerde her şey konuşulur, ne de her şey her yerde anlatılır… Ehli irfanın dedikleri gibi: “Söz gümüşse, sükût altındır.” Demekle; ağırbaşlı, temkinli, ölçülü, nerde ve ne zaman konuşmanın lüzumlu olduğunun zaman ve mekânına işaret etmişlerdir!
Darb-ı meselde geçtiği gibi: “Bir köye giden seyyar satıcı; şayet, malının alıcısının olmadığını bildiği halde bağırıp çağırması, onun ahmaklığındandır.” Diye bir inceliğe işaret etmişlerdir. Hasan-ı Basri (r.alh): “Çok konuşanın yalanı çoğalır. Malı artanın günahı artar. Kötü huylu olanın nefsi muazzeb olur demekle; insanın her şeyde dengeli davranmasının elzem olduğunu izah etmiştir… İmam Gazali, Ömer bin Abdülaziz(r.a)’in şöyle dediğini nakleder: “Kendimi överim korkusu ile birçok sözlerden sarf-ı nazar ederim.” Demiştir. Hükemadan biri: “Sizden biriniz her hangi bir mecliste canı konuşmak isterse, konuşmasın. Sükut ettiği zaman, sükut etmek hoşuna gidiyorsa, işte o zaman konuşsun!... Demekle, konuşmanın adap ve terbiye disiplinine verdikleri önemi belirtmiştir.
Yani, Müslüman insan; din disiplinine sahip olan kişi demektir. Lakin günümüzde, sosyal medya denilen sanal dünyanın sakinleri olan birçok kişi ve kimselerin; karşılıklı sövüşmeleri, atışmaları, kırıcı, ahlak ve edep sınırlarını aşan ifadelerinin havada uçuştuğunu görmekteyiz. İslam’ın emirlerine bigâne kalan toplumlarda; insanların, kendi keyif ve arzularına göre hareket etmeleri, ölçüsüz konuşmaları ve malayani ’ye adapte olmaları kaçınılmaz olur. Kontrol mekanizmasının yara almasıyla, insanların kontrolden çıkması eşdeğerdir aslında… Çünkü, bireyler toplumu; toplum da devleti meydana getirir. Biri olmadan diğerinin olması mümkün değildir. Birbirlerini tamamlayan bu unsurlardan birinin eksiliği demek; toplumdaki insanların asli kaynaklardan uzaklaşmaları ve başıboş olan ipsizlerin peşlerinden sürüklenip ahlak kurallarından uzaklaşmaları anlamına gelmektedir…
Evet, konuyu fazla dağıtmadan; sözü silahın namlusundan çıkan kurşuna benzetmemiz, ağızdan çıkan ve hoş olmayan lafın da, iki çene arasından çıktıktan sonra; bir daha asla geri dönmesi mümkün olmadığını belirtmek içindir. Yani, Müslüman kişi; ahlak izan, edep ve hayâ sahibi, başkalarının mahremine karşı hürmetkâr, neyine zaman ve nerde konuşacağını bilecek kadar donanımlı ve emin sıfatlarına sahip olan kişi demektir…Not: “Değerli gönül dostlarımdan istirhamımdır: “Lütfen birilerinin sosyal medya da; herkese sataşıp ve dillerine gelen her şeyi konuşup paylaştıklarına özenmeyin. Zira,Müslüman şahsiyet ve onur sahibi insan demekse; (ki öyledir) Onların putların adil uzatmayın, sonra onlarda bilgisizce sizin Rabbinize dil uzatırlar; hükmü koyan bir dinin mensuplarıyız!... Öyleyse Müslüman kişi başkalarına özenen değil, aksine özen ve özlem duyulan kişi olması gerekmektedir. Dillerimiz hep, hakkı ve hayırları konuşan ve yazan kalemler olsun…
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum