İnsan güzelliğe düşkün olarak yaratılmıştır. Şüphesiz ki Yüce Allah,“Cemil” isminin tecellisi olarak kâinatı güzelliklerle donatmıştır. Güzelliklere hayranlık duyan insan kâinattaki bu güzellikleri görüp düşündükçe Rabbinin en güzel ve güzellik kaynağı olduğunu anlar söz konusu “Cemil” ismini kavrar, böylece Rabbini bu yönden de tanımış olur. İnsanın güzelliği sevme duygusu, Allah’ı sevmek için verilmiştir. Bu nedenle gelip geçici, fani güzellikleri sevmez.İnsan bitmeyen, solmayan, güzellikleri sever. Hz. İbrahim(AS) Rabbini ararken, yıldızları, ay ve güneşin batıp kaybolup gittiklerini görünce onların Rab olmadığını anlamış ve “batıp giden şeyleri sevmem” diyerek fıtrata tercüman olmuştur.
Gözlerimizle temaşa ettiğimiz güzellikler büyük ölçüde yüzeysel dış güzellikten ibarettir. Ancak kalp ve akıl iç güzelliğe meyillidir, gözün görmediği deruni, mana ve iç güzelliğe önem verir. Bu nedenle güzellik konusunda göz ve aklın eğilimleri ve önem vermedeki tutumları farklıdır.
Akıl yüzeysel ve gelip geçici güzelliğe değil, iç güzelliğe önem verir. Göz ise iç güzelliği düşünmez, yüzeysel güzelliğe meftundur. Gerçek güzellik, aklın ve kalbin sevdiği güzelliktir. Dış yahut yüzeysel güzellik ancak aklın onayıyla gerçek güzellik olur. Aklın onaylamadığı sadece gözün hoşlandığı güzellik aldatıcıdır, gelip geçicidir.
Aklı gözüne inmiş yahut gözü, aklının önüne geçmiş olan kimse sadece yüzeysel güzelliklere kapılarak aldanır. Çünkü göz aklın önüne geçerse, aklın işlevini kısıtlar hatta zamanla işlevsiz bırakabilir. Böyle bir kimse, aklı dikkate almaz, sadece gözün gördüğü güzelliğe düşkün olur. Bu tarz güzelliğe bağlananlar, güzellik kaybolup gittikten sonra acıların içine düşerler.Fanilere bağlananlar mutlaka onları bir gün kaybedeceklerdir. Sonuçta onların bıraktığı hüzün ve özlemlerin acısıyla boğuşurlar. Çünkü kalpteki sevgi, ebedi güzellik için verilmiştir, bunu fani güzellere harcayanlar, faniliklerini düşündükçe ve gördükçe hüzünlenir ve feryat ederler.Bediüzzaman“Bütün firaklardan (ayrılıklardan)gelen feryatlar, aşk-ı bekadan (sonsuzluk aşkından) gelen ağlamaların tercümanlarıdır.”sözüyle işte bu gerçeğe dikkat çekmiştir. Edebiyat tarihi bu tür ayrılıkların hüzünlü nağmeleriyle doludur.
İnsan çiçekleri, gülleri sever. Ancak solmaları ve kuruyup gitmelerini istemez. Solmadan hep aynı güzellikte kalmalarını ister. Ama bu fani dünyada bunun çaresi de yoktur. Bu ebedilik arzusu, solmayan yapay çiçeklerin ve kalıcılık vehmi veren heykellerin yapılmasını salık vermiştir. Bu yapay yüzeysel güzeller de hayatsız, cansız ve iç güzellikten yoksundur. Ama insan bu şekilde kendini kandırır, dış güzellik uğruna iç güzelliği düşünmez olur.
Dünyanın da hem deruni hem yüzeysel iki tür güzelliği vardır.Cennet gibi dizayn edilmiş, güzelliklerle doludur. Ebedi güzellikleri yani cenneti kazandırabilecek ahirete tarla olma yönü, akıl ve kalbin meftun olduğu iç güzelliğini oluşturur. Bunun yanında yüzeysel ve fani güzelliklerle de donatılmıştır. Sadece bu yüzeysel güzelliğine kapılanların istifadesi pek kısıtlı ve sonu hüsrandır. Ancak Esma-i Hüsna’nın tecelligahı ve ahirete tarla olma yönüyle dünyadan istifade edenler, zahiren sıkıntılara maruz kasalar da ebedi güzelliklere kavuşmanın mutluluğunu yaşarlar.
Hayattan lezzet almak ve gerçek güzellikleri elde etmek için,gözlerin payını unutmamak gerektiği gibi, aklın ve kalbin onayını da göz ardı etmemek gerekir. Sadece gözlerin hoşlandığı, aklın ve kalbin onaylamadığı yüzeysel güzellikler, gerçekte güzellik değildir; sonu hüzün ve çirkinliktir.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum