Reklam Alanı

"OĞLUM GİBİ"

Reklam Alanı
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Reklam Alanı
Gençler… En suiistimal edilen kesimlerden biri de gençlerdir. Onları liberal politikaların çarkları arasında ezdik. Evveliyatı da var ancak 24 Ocak kararlarıyla çok daha acımasız ve küresel ölçekli bir saldırıya maruz kaldılar. Toplumun tüm kesimleri etkilendi/etkileniyor ancak gençleri ele alacağız bu yazıda. İletişim araçlarının gelişimiyle iletişim dijitalleşti ve bireyselleşme arttı ancak bu durum; gençlerimizi ihmal etmemiz için bir mazeret değil. 28 Şubat’ ta imam hatiplerin orta kısmı kapatıldı da; küçük çocukların okuduğu Kuran kursları niye kapatıldı? Çocuklar, nerelere yönlendirildi, nereye yönelmek zorunda bırakıldı? Malum dershanelere ve okullara. Neden? Çünkü nedense en çok onlar sınav kazandırıyordu. Üniversite öğrencileri nerede barınacaktı? Malum yurtlarda. Ders sayıları, zorunlu eğitim süresi arttı. Yetmedi; dershane, yetmedi; özel ders. Okul da okul. Hayatın tüm düzeni okula/sınavlara göre ayarlandı. Ne oldu? Üniversite mezunu bir yığın genç. Kaç nesli kurban etmişiz meğer CİA’ ya anlatabiliyor muyum? Gençlere; lise de dahil zorunlu olarak okuyacaksın ama sana iş vermeyeceğiz, dedik ve dediğimizi de yaptık. Geçenlerde telefonum çaldı. Bir genç arıyordu; eğitimci. Göreve başlamadan ‘tüyo’ alıyor, ‘gözü açık’, ‘işini bilen’ bir tarzda davranıyor. Fark ettiğimi fark etmiyor. Fark ettiğimi fark ettirmedim de. Tarzı; pragmatik. Öyle olsa da olmasa da yardım etmek, yol göstermek zaten imtina edeceğim bir şey değil ama tarzından dolayı da bir ara kısa kesmesini istemedim değil. İşi bitince tanımazlar adamı ve beklemem de tabi ama bir teşekkür de etmezler. Öyle de oldu, şaşırmadım tabi. İyi de bu profili biz yetiştirdik. Biz yarıştırdık, biz sınavdan sınava koşuşturduk, en temel insani ve manevi haklarını ihlal ettik. Sistem buraya sürükledi son birkaç nesli. İyi de bu profil ahlakı önemsemeyen bir profil yani ilkesiz bir tip. Suçluyor muyum? Hayır, asla. Nefret ediyor muyum? Hayır, asla. Tam tersine acıyorum, ona büyük resmi göstermek istiyorum çünkü maddi hazlar onların manevi açıdan huzur bulmalarına yetmiyor. Çünkü o, üste bakarak kendini şekillendiriyor belki de. Üniversite hocalarına, medyaya, politikacıya veya ‘din adamına’… Bu kesimde bulunanlar da farklı açılardan bize ihtiyacı olan, yardıma ihtiyacı olan daha doğrusu; kendilerine karşı görevlerimizi yapmamız gereken gençlik kesimi. Kızmıyorum onlara, onlar bunun farkında değiller ki. Hala, şimdi bile özendirilen tip, bu değil mi? Bu profil, bu hız çağında, yaşını başını almışları oturup dinlemeye, deneyimlerinden yararlanmaya zaman ayıracak değiller ya. Bunu, biraz da anlıyorum. Bu, haz verici değil. Ama bu profilde öğretmenler, doktorlar, mühendisler var… Ancak, devran dönüyor. Zira herkes böyle değil. Bunlar kurban ve inşallah kurtulacaklar… *** Sonra birkaç öğretmen genç daha atandı çalıştığım kuruma. Pırıl pırıl gençler. Kiminin üzüntüsü, öfkesi, uğradığı haksızlığın, duygu durumunun kimsenin umurunda olmaması, liyakatli oldukları halde atan/a/maması; yüzünde kahredici ve iç parçalayıcı bir tabloya dönüşüyor. Başları önlerinde çoğunun. Ücretli atanmışlar, kim bilir nasıl da dokunuyordur gururlarına, bel ki de atanma şekilleri –ki kirletilmiş en küçük kanallar, ille de su akmayacak mı; hep kir, çamur, irin mi akacak tüm kanallardan? - Yaklaşık iki ay oldu ve hala sormaya cesaret edemedim ne hissettiklerini. *** Durmadan suçladığımız ama onlara karşı görevlerimizi, sorumluluklarımızı yapmadığımız gençlerimiz. Bize göre en değerli ve temiz, en liyakatli kesim; hep ihmal etiğimiz, işsiz, parasız ve bekar bıraktığımız, örnek olamadığımız, terk ettiğimiz gençlerimizdir. Gençlerimizi suçlayan, aşağılayan genel yaklaşımları kınıyorum çünkü onlar değil; suçlu olan biziz. Gençlere ve onların ardından gelen çocuklarımıza bir gelecek bırakma sorumluluğu namus borcumuz değil mi? Hiçbir şey yapamayan dahi bir tebessümle; sizi seviyorum gençler, ifadesini yüzüne yansıtamaz mı? Birçoğunun güvenilmez olduğunu düşündüğüm politikacılardan da bir umut beklemek beyhude. İlkesizin, küfürbazın adaleti mi olacak? Kimse bir şey vermeyecek? Biz, tüm topum birlikte alacağız. Alıncaya kadar isteyerek. Her zaman ve her meşru yolla ama sürekli, ama alıncaya kadar ama sesimizi daha da yükselterek ama hukuku ilke haline getirene dek, isteyeceğiz. Birbirimizden isteyerek, belki de kendimiz yaparak. İş adamlarına; ‘kaç para kazanacağım?’ yerine ‘kaç gence iş verebilirim?’, sorusunu soracak yatırımlara yönelmelerini öneririm. Tanıdık tanımadık gençlerle, yolda, parkta, otobüste göz teması ve sözlü diyalog kurmayı öneririm. Camileri, okulları topluma açmayı, okulları da çarşıya, pazara, sanayiye, camiye taşımayı öneririm. İsrafı, özellikle kamusal İsrafı sonlandırmayı ve gençlerimize sosyal destek/maddi destek verilmesini öneririm. Toplumlarımıza karşı yürütülen küresel ölçekli ekonomik ve diğer tüm sömürü sistemlerine/işleyişlere karşı yöneticilerin yapamadığı/uluslararası yasa ve sözleşmelerden dolayı yapmaktan imtina ettikleri direnişi, kendimiz üretmeli ve üstlenmeliyiz; ekmeğimize, namusumuza, bağımsızlığımıza, geleceğimize sahip çıkmanın gereği budur. Evet, gençlerimizi; torpile, sınavlara, mülakatlara, kumara, beş kuruş etmez insanlara yönlendirmemeyi öneririm. Gençlerimize; eğer hemen işe alınmayacaklar ise hangi tarihte kesin olarak işe alınacaklarına dair bir takvim/plan sunulmalıdır. İşe alınmayacaklar ise başka alternatiflere yönelmeleri desteklenmeli; belirsiz beklentilerle yıllarını/ömürlerini boşa harcamaları önlenmelidir. Zira bu belirsiz beklenti; onların en güzel yıllarının kalanını da onlardan almaktır ve büyük bir haksızlıktır. Gençlerimize karşı bir merhamet, bir acıma, bir lütuf önermiyorum; onlara karşı dürüst olmayı, adil davranmayı, haklarını tahakkuk ettirmeyi öneririm. *** Saygıdeğer bir eğitimcimizin paylaşımıyla bitirelim istiyorum: “OĞLUM GİBİ Bu sefer sadece başını okşayarak gönderdim otobüse. Pencereden ısrarla bana bakıyordu. Ben de bakışlarımı ısrarla kaçırıyordum. Göz göze gelirsek dayanamam, ağlarım diye korkuyordum. Üzülmesini istemiyordum. Az önce onun valizini bagaja yerleştiren delikanlı sokuldu yanıma. "Benim de başımı öyle okşar mısın amca" dedi. "Oğlun gibi." Usulca. Gözleri dolu dolu. Ben hayret içinde durumu anlamaya çalışırken o beni can evimden vuran ikinci cümlesini söyledi: "Benim babam yok, var ama yok." O yaşta bir delikanlı demez böyle, yapmaz böyle. Hele bir otobüs muavini hiç. Demek ki dedim, derdi büyük. Boynuna sarılıp kendime çektim. Oğlum gibi bağrıma bastım. Başını daha uzun okşadım. Gözüm oğluma takıldı. Şaşkın şaşkın bakıyordu. Artık tutamadım gözlerimi.” *** Yazımızın odağına oturan ve yazımıza başlık olan bu güzel örnekliği/yaşanmışlığı paylaşma erdemini gösteren değerli hocamızı, bu insani hassasiyetinden dolayı tebrik ediyorum. Gençlerimizin, çocuklarımızın, toplumlarımızın erdemli ve müreffeh bir geleceğe kavuşmasını temenni ediyorum. Selam ve dua ile…
"OĞLUM GİBİ"
Reklam Alanı

İptal

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

0 Yorum

Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!

Tekrar deneyiniz.