“Petrolü kontrol ederseniz ülkeleri, gıdayı kontrolederseniz insanları yönetirsiniz”
"Henry Kissinger bu sözü sarf ettiğinde tarih; 1970’ti.
Bu sözle kastedilen, belki de ille de bu alanların elegeçirilmesini değil de farklı yöntemlerle tekeller oluşturma olabileceği ogünlerde fark edilmemişti.
ABD’nin Türkiye’ye gönderdiği Bakan Kemal Derviş’in;meclisten jet hızıyla çıkartılması için talimat verdiği on beş yasanın içinde,tarımda dışa bağımlılığın temellerinin atılmasını içeren düzenlemeler de vardı.O gün, bu işin sadece tütünle ilgili kısıtlamaları gündeme gelmişti…
Tohum ve bitkilerin genetiği ile oynamak (GDO) ve tohumtekeli oluşturma metotlarıyla yüzleştiğimizde uyanmaya başladık…
Batı tarzı ayaküstü ve sağlıksız beslenme alışkanlıklarıkazandık. Kanser başta olmak üzere birçok hastalıkta artış oldu. Konuyla direktilgili olmasa da bu konuda en büyük risk grubu öğrencilerimiz.
Nüfusumuzun önemli bir bölümü öğrenci. Ders sayısı vesüreleri kısaltarak, öğrencilerin öğle yemeklerini dışarıda yemeleri önlenerekönemli ölçüde bu sorunu çözmek mümkün. Öğrencinin okulla ilgili işi en fazlayarım gün olmalı ve yemeğini dışarıda yemek zorunda bırakılmamalı.
Yaklaşık otuz yıl önce, ders kitaplarımızda; Türkiye’ninkendine yeten/kendini besleyebilen üç beş ülkeden biri olduğundan demvurulurdu. Öyleydi de zaten. Yeniden bu duruma gelmek hala mümkün.
Türkiye, et ihtiyacını, büyük ölçüde büyük baş hayvancılıklakarşılamaya çalışmıştır. 1925’ten itibaren dışarıdan büyük baş ithalatıyapmaktayız.
Anadolu'da yetiştirilen sığır ırkları küçük cüsseliolduğundan et verimi az ve yem gideri fazla. Yemi de artık dışarıdan ithalettiğimizi hatırlatalım. Tüm bu girdilerden dolayı et maliyeti artmaktadır.Buna çözüm olarak benimsenen yolun, dışarıdan ucuz et ithalatı olmadığı; tamtersine Anadolu iklim şartlarında yaşayabilecek, daha düşük yemle daha fazla etverimi alabileceğimiz
Türkiye’de 1940 yılında 100 kişi başına 55 olan sığırsayısı, 2016’da 18 olmuş; koyun sayısı, 148’den 39’a, keçi sayısı ise 95’ten13’e inmiş. Bunda nüfus artışının payı olmakla birlikte, genel anlamda etihtiyacının karşılanamamasında daha farklı birçok etkenden ve yapılanyanlışlardan bahsetmek mümkün.
Bu yanlışları, çiftçilerimiz ve bakanlık elbette daha iyibiliyor. Süt ırkı hayvanı et için kullandığımız, fiyatları düşürmek için yanlışithalat politikaları uygulamamız, meralarımızı konut alanları halinegetirmemiz, planlı yem üretme politikamızın olmaması, gıda ile ilgili bazıtemel kamu kuruluşlarının geçmişte özelleştirilmesi, yetersiz denetimler, ırkelde etmeye yönelik çalışmaların yeterli düzeyde olmaması, antibiyotikkullanımı, makine ile sağımların hayvanların ömrünü kısaltması, zarar edençiftçilerin hayvancılığı terk etmesinin önlenmemesi, IMF/Dünya Bankasıprogramları ile azalan üretim gibi bazı yanlışlar kamuoyunun malumu.
Gıda konusunda özellikle et üretiminde hayvancılığı dışabağımlılıktan kurtarıp, kendimize has politikalar uygulamamız kaçınılmazolmuştur.
Elbette, sadece büyükbaşta değil; kümes hayvancılığından,deniz mahsullerinden tutun küçükbaş hayvancılığına her alanda kapsamlı ve çokyönlü çalışmalar ve planlamalar yapılmalıdır.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba’nınkrizleri gidermeye yönelik acil tedbirler mahiyetindeki çabaları gündemde. Etithalatıyla, vatandaşın ucuz et yemesini sağlamak bunlardan ilkiydi. Beğenenlerde oldu, eleştirenler de.
Şimdi ise yeni bir projeyle gündemde Fakıbaba. Öncekine göredaha yerli bir çözümü, üretimi ve istihdamı önceleyen bir proje. Fakıbaba, darbir zaman aralığında, yılların biriktirdiği sorunlara adeta neşter vurmatarzında bir çaba içinde. En hızlı sonuç alınabilecek ama popülist olmayanseçenekler peşinde.
Unutmamak gerekir ki; hayvancılığın ve tarımın iklimle deyakın ilişkisi vardır. Bu açıdan; ağaçlandırma (kuraklıkla mücadele), yemüretimi, tohum ıslahı ve Türkiye koşullarına uygun hayvan ırkları elde etmegibi alanlarda çalışmaların hızlandırılması gerekir…
Şimdilik ucuz et elde etmeye yönelik pansuman tedbirler var.Et ithalatı gibi. Ancak bu politikaların sürdürülebilirliği genelde mümkünolmuyor.
2002'deki verilen desteklerin yüzde 4'ü hayvancılığaaktarılırken, 2014'te bu oranın yüzde 31'e yükselmiş ve buna rağmen hayvancılıkalanında ve artan et ihtiyacını karşılamakta, dışa bağımlılıktan kurtulmakmümkün olmamıştır.
Elbette akla ilk gelen destek ve teşvik oranlarınınarttırılması olabilir ancak çözüm desteğin arttırılmasından ziyade, verilendesteğin üretime dönüşememesinin nedenlerinin ortadan kaldırılmasıdır. Bu da;desteğin, gerçek yetiştiricilere, ehil olanlara verilmesi, takibinin vedenetiminin mutlaka gereği gibi yapılmasıyla mümkün olabilir. Türkiye’de koyunve keçi ilk kez mevcut hükümet tarafından destek kapsamına alınmış, et ve sütmiktarının arttırılmasını mümkün kılan işletme modelleri kurulmuş ancak henüzarzu edilen seviye yakalanmamıştır.
Fakıbaba’nın bugünlerde tanıtımını yaptığı “Kendi işininpatronu ol” adlı proje geniş kapsamlı bir planın parçası olmamakla birlikteumut verici.
Ancak sosyal yönü de olan ve köylüyü tekrar köyüne dönmeyeyönelik de olsa; gerek bu proje gerekse de benzer projelere de ihtiyaçduyulmakta. Seçime gidilen bir süreç, zaman darlığı ve diğer bazı nedenlerdendolayı altyapısının iyi hazırlanmadığı gibi kaygılar yok değil. Bu da projeninpopülizm kurbanı olma riski barındırıyor. Tüm bu sınırlamalara rağmen çeşitlitedbirlerle bu projeden verim elde etmek mümkün olabilir. Bu da uygulamaya vesağlıklı bir denetlemeye bağlı.
Bu projeye göre; köyüne dönen çiftçilere 300 koyun ve asgariücret tutarında maaş verilecek.
Projeyle köyden şehre gidişi önlemek, köye geri dönüşüsağlamak amaçlanmakta. Fakıbaba’nın deyişiyle: ”Müthiş bir sosyal ve sürüartırma projesi.
Müthiş bir para. İsterse bu yavruları bize satabilir,borcundan düşülür. Erkekleri kesime gönderebilir. Fiyat garantisi vereceğiz.
Şehirde hastanede temizlik yapacağına asgari ücretle,köyünde hayvanıyla uğraşacak. Hem maaşı al hem kendi işinin patronu ol diyoruz.Bu istihdamı da artıracak.”
Bu tür projeler daha kapsamlı ve uygulanabilir tarzdaarttırılmalı ve desteklenmelidir. Ancak sürdürülebilir özellikler kazandırılmakve şeffaf olmak şartıyla. Belki de ileride sadece köyüne dönenler değil; bu işigerçek anlamda yapabilecek ehil bir kesim oluşur ve sadece küçükbaşlayetinilmez, çeşitlilik de arttırılabilir.
TİGEM gibi kuruluşların aktifleştirilmesi, işlevselliğininarttırılması, GAP projesinin bitirilmesi gibi unsurlar da bu süreçte üzerindedurulması gereken hususlar. Bir de Urfa’da tarım üniversitesi açılması durumuvardı ki bunun da ciddi şekilde planlanması gerekli.
Gıda/tarım ve hayvancılık alanında hazırlanacak projelerinözellikleri belirlenirken; bugünlere nasıl gelindiğini, hangi yanlışlaryapıldığını bilmemiz ve bu yanlışları tekrar etmemeye de özen göstermemizoldukça önem arz eder.
Bu bağlamda, et ihtiyacımızın karşılanmasına yönelikprojelerin, uzun vadeli ve çok yönlü planlamaların birer parçası olma gibiözelliklere sahip olması oldukça önem arz eder.
Meseleye sadece et ihtiyacı olarak bakmak sığ biryaklaşımdır. Kendine yetme, dışa bağımlı olmama oldukça stratejik bir konudur.İşin ekonomik hatta güvenlik boyutu da vardır.
Tüm bu çalışmalar; bakanlığın öncülüğünde, üniversiteler,ziraat odası, diğer ilgili kurum ve kuruluşlar ve çiftçilerin de katılımıyla,kapsamlı bir plan çerçevesinde sürdürülmesi önem arz eder.
Bu bakımdan sonuç olarak belirtmek gerekirse; Türkiye, bualandaki eksiklerini gidermek noktasında gecikmemeli, yeniden kendineyetebilecek bir potansiyele sahip olduğunu bilmeli ve bu konuda uzun vadeli,kapsamlı bir uygulama planı hazırlayarak, gıda ve tohum konuları başta olmaküzere, tarım ve hayvancılıkla ilgili tüm alanlarda dış tekellerden kurtulmanınyollarına ulaşılacak politikalar oluşturmalıdır.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum