Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi. Malda yalan mülkte yalan, al biraz da sen oyalan! Ruhu şad olsun, Derviş Yunus; insanın dünyadaki kalış serüvenini ne güzel özetlemiş. İnsanoğlu tarih boyunca, mal biriktirme sevdasından bir türlü vaz geçememiştir.
İnsanın dünyadaki imtihanının bir parçası olan dünyevi meta, kendisini amaç edinen toplumların felâketi oluvermiştir çoğu kez. Malım ve mülkün var diye böbürlenenlerin çoğu şimdi kara toprağın altında sessiz sedasız yatmaktadırlar. Ne beraberlerinde bir iğne ucu kadar toprak, ne de uğruna kanlar döktüğü arazilerden bir avuç toprak götürebildiler. Götürdükleri tek şey, inanç ve amelleri oldu.
Aslında insanoğlu, sağlıklı bir şekilde tefekkür etse; şu üç günlük dünyada bir kiracı, bir emanetçi ve misafir olduğunu anlar ve ona göre ebedi hayatı için çaba sarf eder. Ama yaşadığımız modern ve dijital çağda, dünya malı, (istisnalar hariç) insanoğlu için araç olmaktan çıkmış tamamen amacı haline gelmiştir. Biriktir biriktir, topla topla depola, giyme, yeme içme, sadaka ve zekatını verme; ölünce de bir metelik götüremeden varislere bırak... olacak şey mi Allah aşkına... Değer mi yani?
Sene 2006 veya 2007 olsa gerek, oğlum Konya da Meram imam hatip lisesinde okurken, arada bir Hacı Hasan kardeşimle birlikte ziyaretlerine giderdik. Çünkü onun da oğlu aynı okulu okuyor ve benim oğlanla birlikte bir medresede yatılı kalıyorlardı. Bir seferinde yine çocukları görmeye gittiğimizde, akşam yemeğini medresede yedikten sonra; medresenin baş müderrisi olan Seyyid Halis bize hadi kalkalım gidip bizim evde yatalım deyince kalktık.
Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra, bahçeye çıktık. Geniş bir bahçe, meyve türünden her ağacın bulunduğu kocaman bir alanın ortasında iki katlı bir ev. Tabi ev Seyyid Halisin değil, Halis hoca kiracı olarak oturuyordu. Sorduk kimdir sahibi diye? Seyyid Halis bize; buranın sahibinin Almanya da yaşadığı, yılda bir kez gelip üstünümüzdeki küçük bir odada bir ay kaldıktan sonra tekrar Almanya’ya döndüklerini ve çok yaşlı olduklarını söylemişti.
Seyyid Halis, ev sahibine; bu evin keyfini senden fazla çıkarıyorum söylediğini, bize anlattığını her hatırladığımda; meğerki bu dünyada hepimizin aslında birer kiracı olduğunu bir daha anlamış oluyorum. Çünkü ben ayda 100 milyon (o zamanlar paralardan sıfır atılmadığı için) liramı veriyorum ve bu evin bahçesi dâhil tüm nimetlerinden faydalanıyorum demişti. Hakikatten baktığımızda, adam elin diyarına gurbete gitmiş, yıllarını gençliğini harcamış, doğup büyüdüğü vatanında ev bark mülk almış ama biraz daha biraz daha derken, gençliği gitmiş, sıhhati bozulmuş, kuvvet ve takatten düşmüş, bir ayağı çukurda durumuna düşmüş... Ve adam akıllı, biriktirdiklerinin lezzetini bir türlü alamadan yolun sonuna gelmiş. İşte insan ve içinde volkan gibi kaynayan dünyalık hırsının sonu...
Çünkü insanoğlu çok haris, mala çok düşkün ve doyumsuzdur. Gerçekten de o güzelim evde, Seyyid Halis 100 milyonunu her ay verip meyve ağaçları dahil her şeyinden faydalanıyordu. Şimdi bir anekdot düşelim: hani her birimiz yaptığımız veya satın aldığımız evin bizim olduğunu söylüyoruz ya!... Aslında hepimiz, bir yönüyle kendimizi kandırıyoruz da farkında değiliz. Ne ki bu evlerin sahibiyiz diyenlerimiz, tabir caizse oturduğumuz evlerin bütün kirasını peşin öderken; kiracı dediğimiz kimseler ise kiralarını aydan aya verip oturuyorlar. Yani onlarla aramızdaki fark sadece bundan ibaret. Biri hepsini peşin ödemiş ona kimse çık diyemiyor, diğeri ise aydan aya... Peki, hepimiz şu üç günlük dünyada kiracı değiliz de ya neyiz? Kalın sağlıcakla efendim.
29 Nisan 2021 Aşağıkaracaören Mahallesi.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum