İlk çağlarda yaşayan insanların çoğu, yaşadıkları çevrenin örf, adet ve geleneklerine; sıkı sıkıya bağlı idiler. Onlardaki bu bağlılığın, makul ve makbul olup olmadığını söylemiyoruz, bu ayrı bir konu ve tartışılabilir. Fakat onlardaki bu bağlılık, onların müntesibi bulundukları toplumun değer yargılarına karşı saygılı olduklarını gösteriyordu. Zaman geçtikçe, haliyle insanların faydalandıkları araç ve gereçlerle beraber; toplumların değer yargıları da değişti. Bu değişimle birlikte, insanların hayatını kolaylaştıran etkenler ve devamında gelen vurdum duymazlık, atalet; boş vermişlik hali neticesinde, insanların birçok hassasiyetlerinden feragat eder hale gelmekle eriyip yok etmişler kendilerini. Yaşadığımız iki kutuplu şu dünyada, özellikle Müslümanlar arasında, başta mahremiyet sınırlarının ihlali olmak üzere; helal haram ve değer yargılarının korunup muhafaza edilmesinde büyük bir yozlaşmanın baş gösterdiğini gizlemek mümkün değildir... Kadınlı erkekli toplantılar, birlikte gezmeler, beraber seyahat etmeler, namahrem olanlar arasında koyulaşan meşru olmayan sohbetler sıradanlaştı artık. Öyle ki, günümüzdeki insanların (özellikle Müslümanlar) çoğu; dün beğenmedikleri şeylerin bu gün alasını irtikâp etmede başı çeker hale geldiler. Modern çağın cenderesinde eridiklerinin fark etmeyen insanların sayısı, gün geçtikçe hız kazanmaktadır. Yaşadıkları çevreye kendilerini uydurmak uğruna, değer yargılarını kaybedenden tutun da, daha önce namahrem bir kadın kendisine musafaha etmek için elini uzattığında elini göğsüne koyup içtinap edenlerin o yasağı bu gün sakız gibi çiğneyenlere varıncaya kadar; büyük bir yozlaşma baş göstermiş ve devam etmektedir… Modern çağda, Müslümanların çoğunun kadınları, kızları ve gencecik yavruları çıplaklık kültürünün kurbanları haline gelmişler. Yatak odasındaki elbiselerle sokağa çıkan kadınlardan tutun, makyaj ve boyadan orijinal ciltleri görünmeyenlere varıncaya kadar; bir nesil heba olmakta, modern çağın değirmeninde öğütülüp gitmektedir. Batı hayranlığı almış başını yürümekte, fıtrata ters ne kadar hal ve hareket varsa; bu günkü gençler arasında işlenmektedir. Peki, insan/insanlık nereye gitmekte, hangi hedefe doğru yol alıp ilerlemekte? Her gün artan terör hadiselerinin yanı sıra, yapılan soygunlar, katledilen insanlar, tecavüze uğrayan kadınlar; TV. Dizileriyle aile müessesine vurulan darbeler, on üç on dört yaşındaki çocukların yaşıtı olan kızlarla birlikte olmaları ve bir türlü önü alınamayan na hoş olaylar zinciri; her birinin temelinde kendinden kaçmak, özünden uzaklaşmak ve hakkın emirlerine ters yaşamak gafleti yatmaktadır. Batı ve batının yaşam tarzlarına büyük hayranlık ve özenti duymakla, felaketlerin kucağında can veren nevzuhur bir kitlenin varlığıyla insanlık karşı karşıyadır. Bu kitle, ne örf tanır ne gelenek, ne kural takar ne yasa, ne farz bilir ne sünnet! Onların yemek içmekten, gezip tozmaktan, nerede sabah orada akşam düşüncesiyle eyyamcı olmaktan başka hiçbir gayeleri yoktur.Aman ya rabbi. Hâlbuki amaçsız ve gayesiz insan, hiç mesabesinden olan bir varlıktır. İnsan, kendisine verilmiş olan akıl nimeti sayesinde; iyi ile kötüyü birbirinden ayırt etme şansına sahip tek varlıktır. Akıllarını kullanmayan insanlar ve toplumlar, nefislerinin istek ve arzuları peşinden koşmakla ömürlerini heba edip tüketmeye mahkûmdurlar... Bu gün dünyaya ders vermeye çalışan, başta ABD olmak üzere Avrupa ülkelerinde aile müessesesi diye bir şey kalmamıştır neredeyse. On iki on üç yaşını dolduran çocuklara ne anne babaları ne de yasalar hesap soramaz. Sözde insanların ıslahı için hizmet (!) veren manastırların çoğu birer fesat yuvası haline gelmiş, rahiplerin çoğu tecavüz suçlarından dolayı yargılanmaktadırlar. İşte batının hayranlık (!) duyulan yüzü ve işte insanlığın geldiği son nokta… Tebliğ cemaatinden bir genç, Amerika’da gördüğü bir olayı şöyle anlatmaktadır: “Amerika’ya gittiğimizde, havaalanında gelenleri karşılamak ve “hoş geldiniz” demek için bekleyen çeşitli gruplar vardı. İçlerinde Müslümanlar, Araplar, Rahipler, Rahibeler vs. her kesimden insanlar bulunuyordu. Beyaz giysiler içerisinde bizleri görünce Araplar yanımıza geldiler ve selam verdiler. Rahibler ve Rahibeler de yanımıza geldiler ve selam verdiler. Rahibeler selam vererek hoş geldiniz demek için ellerini uzatınca, biz ellerimizi çektik. Buna Rahibenin bir tanesi çok şaşırdı ve bizimle tanışmak için adresimizi istedi. Biz de “falanca mescidde kalıyoruz, biz mescidlerin dışında bir yerde kalmayız” dedik. Rahibe adresimizi aldı ve ertesi günü adreste belirtilen mescide geldi. “Ben, sizlerin neden bana selam vermediğini ve tokalaşmadığını anlamak istiyorum” dedi. Biz de: “İslam dininde bir erkeğin kendisine helal olmayan yabancı bir kadının eline dokunması haramdır” dedik. Bu cevabı işiten Rahibe; “Ben sizin dininize girmek istiyorum. Çünkü, ben selam verdiğimde Rahibler elime üşüşmekteler. Ben Rahiblerin sarkıntılıklarından kaçmaktayım” dedi. Cehennem’ den kaçmaktayım” dedi. Şu an manastırlar fesad yuvası haline gelmiştir. Fuhuş, hamile kalmalar ve benzeri garip vakıalar çoktur… (Şehid Abdullah Azam, Tevbe suresi tefsiri sh:52) Diye devam etti. Konuyu çok fazla uzatmanın anlamı yoktur sanırım. Ancak, modern çağın cenderesinde insanın/insanlığın/toplumların erimekte olduğu bir gerçektir!... Allah akıbetimizi hayreylesin. Birbirimize dua edelim.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum