Kendi hikâyesini yazamayanlar,
Kendi hikâyesinin kahramanı olamayanlar;
başkalarının hikâyesinin, başka hikâyelerin
figüranı olmaya mahkûmdur…
Kalabalıklar arasındayız, o kadar kalabalık ki kendimizi bulamıyoruz…
Gürültünün ortasındayız; konuşmalar, uğultular, homurtular arasındayız kendi sesimizi tanıyamıyoruz...
Başka hikâyeler okuyoruz, başka hikâyeler yaşıyoruz, başkalarının hikâyelerinde kurtuluş arıyoruz.
Kendi hikâyemizden uzağız. Ödünç hayatlar yaşıyoruz, sahte, sanal ve bize ait olmayan bir yaşamın içinde boğuşuyoruz…
Biz yokuz bu hayatın içinde, ben yok, bizim hayatımız, bizim hikâyemiz yok. Bu yüzden huzursuzuz, bu yüzden mutsuz. Bu yüzden eğreti hayatlar yaşıyoruz. Yabancılaşıyoruz, kalabalıklar arasında kayboluyoruz.
Bizi hayata bağlayacak kendi hikâyemizden habersiziz, kendi hikâyemize uzak…
Eksikliğimiz, yitirdiğimiz, yarım kalmışlık duygumuz; hâsılı hikâyemiz, hikâyesizliğimiz…
Bir hikâyesi olmalı insanın, her şeyden ve herkesten önce kendi hikâyesi olmalı...
Ama ondan da önce kendini bilmeli kendini tanımalı… Sonra hikâyesini aramalı insan…
Bir güzel hikâye kurmalı insan. Bir güzel hikâye ile yaşamın darboğazlarından çıkabilmenin yollarını aramalı…
Sonra; kendi güzel hikâyelerini yazmış olan bu güzel adamlar bir araya gelmeli.
Kendi hikâyelerini kurabilmiş insanlarla, yepyeni bir hikâye için yola revan olmalı, bu güzel hikâyelerle “biz” olmalı, “biz”i bulmalı, “biz”e ulaşmalı.
Bizi yaşadığımız dünyadan başka dünyalara götürecek hikâyelere ihtiyacımız var…
Bir hikâyemiz olmalı, bizim olmalı.
Bizi “biz” kılmalı, bu kadar ayrılığın içinden, bu kadar ötekileştirmenin, bu kadar kutuplaştırmanın içinden çekip almalı bizi, “biz”leştirmeli…
Bir hikâyemiz olmalı; paramparça halimizi, kırık dökük kalbimizi, karma karışık aklımızı, birbirinden olabildiğince uzaklaşmış gönüllerimizi dağılmış olan yerlerinden toparlayacak… Onaracak… Birleştirecek…
Bir hikâyemiz olmalı; “bir”leştirmeli bizi, “bir”e ulaştırmalı, “bir”le kılmalı.
Bir hikâyede birleşmeli yollarımız, bir hikâyede olmalıyız, bir hikâye “ol”durmalı bizi, bir hikâye ile y/ola koymalıyız hayatı…
Ne diyordu; bir güzel hikâyenin, güzel kahramanı, Ayşe Şasa: “Kıyamet günü, Yaratıcı'ya anlamlı ve onurlu bir hikâye anlatabilmeliyim." Anlamlı ve onurlu bir hikâye… Bütün mesele bu değil mi? Hayat; içinden geçtiğimiz, rolümüzü kendimizin belirlediği bir hikâye… Ve mesele; biz bu hikâyenin neyi oluyoruz, bu hikâyede neyi temsil ediyoruz…
Sahi var mı bir hikâyeniz? Ne dersiniz, hikâyeyi daha fazla uzatmayalım mı? O zaman; “Hikâyesini Arayanlar” kitabı ile yazımıza ilham olan Serdar Tezcan’dan yapacağımız alıntı ile sonlandıralım. "İnsanın bir hikâyesi vardır Ancak hikâyenin seyrini ve nerede nihayete ereceğini belirleyen yegâne unsur, insanın kendiyle olan ilişkisidir. Özsaygıyı özseverlikten uzak tutarak kendisini tanıyan, seven ve kabul eden insan hikâyesini de doğru istikamet üzere sürdürecek ve doğduğu toprakların seyir tepesinde hikâyeyi noktalayacaktır..."
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum