Yüce Allah insanlığın kurtuluşu ve tekemmülü için İslam dinini göndermiştir. İslam’ın kaynağı Kur’an’dır. O’nu tebliğ edip açıklaması için de Muhammed (ASV)’ı görevlendirmiştir. Sürekli Allah’ın vahyi ve gözetimi altında olduğu gibi, Allah’ın marziyyatını en doğru şekilde anlayıp bildirmesi için Kur’an’ı O’nun lisanı olan Arapça ile göndermiştir.
Elbette tüm İslami hükümlerin kaynağı Kur’an ve Sünnettir. Kur’an genel kurallar bildirir; Sünnet de Kur’an’ın tefsiridir; ayetleri açıklar ve ayrıntılı izahlar getirir. Peygamber (ASV) Allah’ın elçisi, Kur’an’ın tebliğcisi ve açıklayıcısıdır. O’nun her dediğinin vahiy olduğunu, O’na itaat edilmesi gerektiğini yine Kur’an’ın kendisi haber vermiştir. “Resul size ne verirse onu alın, neyi yasaklarsa ondan sakının!” (Haşr,7) şeklindeki ve buna benzer ayetlerdeki ilahî emirler, Resulullah (ASV)’ın Allah tarafından yetkilendirildiğinin ve O’nun sünnetinin dinin kaynağı olduğunun tartışmasız kanıtlarıdır. Peygamber (ASV) bir ayeti nasıl açıklamış veya uygulamışsa doğrusu odur, Allah’ın rızası ondadır. Bu nedenle Sünnete dayanmayan bir tefsir, yanlış hükümlerin ortaya çıkmasına yol açar. Bu ise büyük bir fitnedir.
Tevrat, İncil ve Zebur’u tahrif eden “dinsizlik zihniyeti”, Kur’an’da tahrifat yapamadığı için, sünneti Kur’an’dan koparma yoluyla yanlış hükümlerin yaygınlaştırılmasını sağlayarak İslam’ı da tahrif etmeye çalışıyor. Ne yazık ki sünneti dışlama çabası bir kısım Müslümanlardan da destek görmektedir. Bilerek ya da bilmeyerek bu İslam düşmanlarına alet oluyorlar. Masum görünümlü “Bid’atlere karşı çıkma” maskesi altında İslam’ın önemli bir kaynağı olan sünnete karşı düşmanlık, aslında mel’un bir niyetin tezahürüdür. Kur’an’ın en doğru ve en yetkili tefsiri olan sünneti dışlama hareketi, Kur’an kavramlarını kendi heveslerine göre yorumlama gayretinden kaynaklanmaktadır. Çünkü sünnet bu mel’un hevesatın önündeki en önemli engeldir.
Sünneti dışlamanın bir sonraki aşaması, sürekli peygamber (ASV)’ın beşeriyetini öne sürerek “Allah’ın elçisi” olduğunu görmezden gelmek yoluyla sünneti tamamen inkârdır. Oysa insanlar dünyevi işlerde bile birbirlerini “Müdür, başkan, başbakan ..vb.” gibi görevleriyle yâd ederler. Bir beşerin ulaşabildiği en yüce kutsal görev olan “Allah’ın elçisi” olmasını hafife almak, en basit deyimle en büyük saygısızlıktır. Dikkat edilirse Kur’an-ı Kerim’de hiç bir ayette Peygamber (ASV)’a, “Ey Muhammed” şeklinde ismiyle hitap edilmemiştir, “Ey Resul, ey peygamber” şeklinde kutsi göreviyle hitap edilmiştir.
Sünneti inkâr edenlerin nihaî hedefi ise Kur’an’ın kendisini inkârdır. Çünkü Kur’an’ın “Kuran olduğu” sünnetle sabittir. Zira bu kitap yalnız Peygamber (ASV)’a nazil olmuştur. Sünnete karşı çıkanlar, bu kitabın Kur’an olduğunu, ayetlerini, sürelerini nerden biliyorlar, nasıl öğrenmişlerdir? Acaba sünnet dışında neye dayanarak bunun Kur’an olduğunu biliyorlar? Kendilerine gelen özel bir vahiyle mi bunu anladılar? Bu soruların tek cevabı Kur’an’ın yalnızca sünnetle bilinir olduğudur. Başka cevabı yoktur. Madem doğrusu budur; Kur’an’ı izah eden sünnete kulak verilmeli ve ondaki hükümleri doğru okumak için sünnete başvurulmalıdır.
Yüce Allah, “Âlemlerin Rabbı” sıfatıyla, yeryüzünü bir okul olarak yaratmıştır. Ahirete yönelik eğitim ve tekemmüllerini gerçekleştirmek üzere bütün insanlar bu okulun öğrencileridir. Esma-i Hüsna’yı yansıtan sayısız eserlerle donatılmış bulunan kâinat, bu okulun laboratuarıdır. “Ben ancak bir öğretmen olarak gönderildim” (İbn-i Mace, Mukaddime, 17) buyuran Allah Resulü (ASV) ders kitabı olan Kur’an-ı Kerim’i ders vermektedir. İşte O Mübareğin Kur’an derslerine “sünnet” adı verilmektedir. Bu itibarla O’nun derslerine, açıklamalarına aykırı olan her yorum yanlıştır, batıldır.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum