"Hayat "anlam vererek" yaşanıyor.
Hayata nasıl bir anlam yüklüyorsak, hayatımız öyle oluyor.
Anlam ufkumuz çok dar: Dünyanın "bu kadar" olamayacağını anlayamıyoruz.
Hayat öylesine zengin ki! ...
"Bu kadar değil" hayat! "Ben bu kadar değilim."
Ötelerde bir can var, canlılık var.
Olağanlığı içine tıkıldığımız hayatın olağanüstülüğü var.
Hemen önümüzde. Gözlerimizin önünde. Göremiyoruz...
(Ahmet İnam; Hayatımızdaki İnce Şeylere Dair)
İçinden geçtiğimiz hayatın farkında mıyız? Yoksa sadece öylesine yaşayıp geçiyor muyuz? Fark etmeden yaşıyoruz, farkına varmadan, görmeden yaşıyoruz. Bakıyoruz geçiyoruz, bakıyoruz ama göremiyoruz. Hayatı ıskalıyoruz, güzelliği, derinliği ıskalıyoruz, gönlümüzü, içimizi ıskalıyoruz…
Gözümüzle gönlümüz arasındaki mesafenin farkına varmamız gerekiyor. Yoksa “bakar kör” olmaktan kurtulamayacağız. Kemal Ural, “Küçük Şey Yoktur” diyordu ve bize bakar kör olmaktan kurtulmanın yolunu gösteriyordu: “Hiçbir şeyin farkına varmadan yaşıyoruz. Unutturuyor yıldızları lambalar!!! Bir çocuk gibi oyuna dalıp da unuttuğumuz sınav... Dünya üzerindeki kısa yolculuğumuz... Başımızı kaldırıp göremediğimiz nizam... Duyamadığımız hayret... Soramadığımız soru..." Ne dersiniz cevap; tam da bu fark etmeden yaşama halinden kurtulabilmekte değil mi?
İç gücümüzün farkında olmamız gerekiyor. Dışımızdaki hayatı güzelleştirebilmek için içimizdeki hayatın üzerine titrememiz gerekiyor. Dışımızda ve düşümüzde bir hayat var; bir de yaşadıklarımız var, içinde olduğumuz ahval. Ne demiştik; hangi hâl üzere isek o hâle uygun ahval ile karşılaşıyoruz. Ne üzere yaşıyorsak, nasıl bir yaşam arzuluyorsak, hayalimiz neyse onu buluyoruz ona ulaşıyoruz. Bu böyledir; ahvaliniz halinizdir. Nedir: İç gücünün farkında olmayanın düş gücü yoksunluğu; ebedi yoksulluğa mahkûmiyettir. Sahi iç gücünüzün farkında mısın?
Hayatın derinliğini yaşayabilmenin yollarını aramamız gerekiyor. Zira derinliği hissedilmeden yaşanılan hayatın bizi götüreceği yer çukurluk olacaktır. Derinliğini fark edemediğimiz yaşamın nasıl bir yoksulluk olduğunu fark edebilmek, işte asıl mesele bu: Hayatın derinliğine talip olmak. Kim bilir belki de yaşamın zindanlarından kurtulabilmek için hayatın derinliğini keşfedebilmek gerekiyor. İçindeki derinliğin farkına varamayanlar yaşamın çukurluğundan kurtulamayacaktır. Devletin derinin çokça tartışıldığı zamanlarda hayatın derinliğinin peşine düşmek, sizce de bizi yaşadığımız kalp yetmezliği halden kurtaracak yeğene yol değil mi?
Haz ve hız çağında sözüm ona her şey gelişiyor ama insan her geçen gün daha fazla huzursuz. İnsan yaşamıyor, yaşayamıyor… Dünya ve insan her zamankinden daha fazla yorgun ve bezgindir bugün. Oysa hayat bize sunulan bir emanet dahası hediye. Ve bizim bu en yüce bağış karşısında yapmamız gereken; yaşamın çukurluklarından kurtulabilmek için hayatın her anının derinliğini hissederek yaşamak, hayatla kalmak, hayatla hayat bulmak… Ahmet İnam’la başlamıştık; sözü yazımıza ilham olan “Hayatımızdaki İnce Şeylere Dair” bir alıntı ile sonlandıralım. "İçi geçmiş, yorgun, yılgın insanların dünyasından" silkinip dışarı çıkmak gerekiyor. Yaşayabilmenin, canlılığın, can olmanın ateşini içimizde duyuvermek: "Hayat! Seninle baş etmeye, sendeki zenginliği, mucizeyi keşfe hazırım!" diyebilmek!”
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum